İLK ÇIKIŞ AHMET DAVUTOĞLU HOCA’dan
İlk önce doğacak yeni partilere bir bakalım: Ak Parti hükümetinde bakanlık ve başbakanlık yapan Prof. Ahmet Davutoğlu ve yine Ak Parti hükumetinde Bakanlık yapan, bakanlık yaptığı dönemde ekonominin iplerini elinde tutan Ali Babacan’ın parti kuracaklarına dair söylentiler kulislerde söyleniyor ve yazılıyordu.
Daha sonra 29.08.2019 tarihinde, deneyimli gazeteci Orhan Uğuroğlu yazdığı bir yazıda DP-AP geleneğinden gelen DYP iktidarında Sağlık bakanlığı yapan Rıfat Serdaroğlu’nun da siyasi parti kuracağını yazmıştı.
Daha sonra, demeçleri dolayısıyla CHP’den ihraç edilen, bağımsız, Ardahan milletvekili Öztürk Yılmaz da siyasi parti kuracağının sinyalini vermişti.
Şimdilik yeni dört siyasi partimiz daha arz-ı endam ederek, siyaset hayatımızda yerlerini alacaklar.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca açıklanan ve güncellenen bilgiye göre; Türkiye’de faaliyette 87 siyasi parti varmış. Bunların 42’si son 5 yılda kuruldu. Son bir yılda ise tek bir parti dahi kurulmamış. O halde, ikisi garanti de, eğer dört parti kurulursa parti sayımız 91 olacak: yüce toplumumuza hayırlı ve uğurlu olsun.
Biz ise şimdi ufukta gözüken Davutoğlu hocanın kuracağı partiyi irdelemeye gelelim: diyeceksiniz ki “Daha parti kurulmadan bu ne aculluk?” diyebilirsiniz. Öyle değil işte 1960’dan sonra, takriben 60 yılda siyasi partilerin kuruluşuna şahitlik etmiş, o dönemlerde ki olayları yaşamış biri olarak bunun gerektiği inancındayım.
Kurulduktan sonra irdeleyen çok olur.
***
Gelelim parti kuracağını topluma deklare eden Sayın prof. Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı partiye.
Ahmet hoca “Milli Görüş” geleneğinden gelen bir zat: aynen Recep Tayyip Erdoğan gibi. Ha keza, Ali Babacan da öyle! O gelenek çizgisinde olmalarına rağmen siyasete bulaşmamış iki isim. Ta ki; 2001 yılına kadar. Yani Ak Parti kurulana dek. Ak Partide ilk görevi zannedersem Tayyip bey’in danışmanlığını ve partisinin milletvekilliğini yaptı. Daha sonra sırasıyla bakan, Ak Parti genel başkanı ve sonrasında da başbakan olarak görevde bulundu. Kısa bir süredir, kendince Ak Parti’nin ve hükümetin yanlışlar yaptığını söylerken kamuoyunun önündeydi.
Doğal olarak akla eğer yanlışlar varsa bu yanlışları dillendirmek; parti kurma hazırlık dönemine nasipmiş. O zaman Hoca’nın şu soruya muhatap olması kaçınılmaz: Cumhurbaşkanının yanından uzaklaşma veya uzaklaştırma sonrası yapılan muhalefete gölge düşer mi, düşmez mi? Ahmet Hoca’yı ihraç gündeme geldiğinde; Yol arkadaşları ile birlikte Ak Parti’den istifa ederken “yol ayrımına” gelip parti kurma sinyalini verdiği ve ilkelerini açıkladığı toplantı metnini /sağ olsun. Selçuk Özdağ kardeşimiz gönderdi/ dikkatlice okudum. Hoca özellikle Millete hitap ediyor ama çıkış noktasını Genel başkanlığını yaptığı Ak Partinin ve hükümetinin yanlışları üzerine kurmuş. Zaten memnun olsaydı orada kalırdı. Bu doğal hakkı. Ancak iki yazımda da anlattım: eski partilerinden ayrılıp yeni parti kuranlardan sadece üç kişi başarılı oldu: 1-Celal Bayar ve Adnan Menderes ikilisi, 2-Bülent Ecevit, ve 3.ncü kişi Recep Tayyip Erdoğan. Celal Bayar ve Adnan Menderes yeni parti kurarken eski partileri olan CHP ve onun lideri İstiklal harbinin ve Cumhuriyet kuruluşunun ikinci adamı İsmet Paşa ile hesaplaşmaya giriştiler ve başarılı oldular ve ikinci seçimde iktidara geldiler. Ama salt CHP’li tabana değil de toplumun her kesimine hitap ettiler. O dönemde adı komüniste çıkmış kesim bile DP’lilere destek vermişti.
Bülent Ecevit ise eski partisinin devamı olan Halkçı parti ve Sodep’e girmeyerek DSP’yi kurdurdu ve daha sonra genel başkan oldu ve partisini koalisyonla da olsa iktidara taşıdı.
Tayyip bey ise “eski gömleğimi çıkardım” diyerek Milli Görüş geleneğinin devamı olan Rahmetli Erbakan Hoca’nın Refah Partisine gitmeyerek bu partiden ayrılan veya belediye başkanlığı dönemindeki ekibi ile Adalet ve Kalkınma Partisini/Ak Parti kurdu, bir yıl sonrada ilk seçimde iktidar oldu.
Ahmet hoca da bana göre iktidar partisinden koparacağı kitle ile iktidar olmayı veya başka bir ittifak içinde Meclise girmeyi düşünüyor gibi.
Ak Partiye ve sayın Cumhurbaşkanına itici hiçbir ifadesi ve tavrı yok. Açıklamasında “. Kuruluşundan itibaren AK Parti, milletimizin yüzyıllık özleminin tezahürü olan söylem ve politikalarıyla ülkemize büyük hizmetlerde bulundu. Yakın zamana kadar, önemli başarılara imza atan AK Parti’nin tılsımı ortak akla, istişareye, demokratik değerlere ve ahlaki tutarlılığa verdiği önemden kaynaklanıyordu. Bu hareketi yaşatan ve büyüten en temel etken milletin umuduna kaynak ve duasına layık olmasıydı. AK Parti’nin siyaset anlayışı en güçlü ifadesini 3Y formülü ile bulmuştu: Yasaklara, yolsuzluklara ve yoksulluğa karşı mücadele. … AK Parti bu anlayışla milletimize ve ülkemize büyük hizmetler yaptı. Milletimiz de on yıllar boyunca özlemini duyduğu kadroların başarısı için desteğini esirgemedi. Ancak son yıllarda, AK Parti milletimizin gönlünde taht kurmasına vesile olan değer, söylem ve politikalardan uzaklaştı. Adaletten kalkınmaya her alanda sorunlar baş göstermeye başladı. AK Parti yönetiminin öncelikleri, söylemleri ve politikaları değişti. … Tabanımız yoğun bir karamsarlık içinde… ” dedikten sonra ayrılış ve parti kurma gerekçelerine esas olarak “AK Parti’nin ve ülkemizin geleceğiyle ilgili milletimizde gözlemlediğimiz karamsarlığı ve umutsuzluğu dağıtmayı ve işlerin toparlanabileceğini göstermeyi hedefliyorduk.” diyor ve önemli bir iddiada bulunuyor: “…mahalle başkanından genel merkezdeki yetkililerine kadar genç, yaşlı, kadın, erkek, köylü, kentli, zengin, fakir, doğulu, batılı, kuzeyli güneyli milyonlarca cefakar AK parti mensubunun ve vatan evladının emeklerini de yok sayarak büyük bir kul hakkına girdiler.” derken son noktayı şu şekilde koyuyor… “Mevcut AK Parti yönetimi, aldığı kararla, 18 yıl önce kurulan AK Parti’yi tasfiye etmiştir…. Bugün Türk siyaset hayatına lider oligarşisinin çöktüğü gün olarak tekelci bir anlayışa dayanan liderlik anlayışının yerine kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışın yerleştiği gün olarak geçecek. Bugün, Türk siyaset tarihine parti içi demokrasi geleneğinin yalnızca bir kuru temenni olarak değil, aynı zamanda da bir zihniyet değişikliği ve zorlayıcı tüzük kuralları olarak egemen olduğu gün olarak geçecek. Bugün, Türk siyaset tarihinde her yönüyle şeffaf, seçmenin sorgulamasına ve denetimine açık yepyeni bir siyasal örgütlenme modelinin kurulduğu gün olarak geçecek. Bu bağlamda bizler ; insanı ve sadece insanı merkeze alan, insan onuruna ve haklarına saygılı, evrensel değerleri yaşatan, yasaklarla, yolsuzluklarla ve yoksullukla sonuna kadar mücadele edilen, düşünce, ifade, din ve vicdan özgürlüklerinin sınırlandırılmadığı, insani varoluşu koruyacak doğal çevre şartlarının yasal teminat altına alındığı, toplumsal meşruiyeti yüksek, demokratik bir anayasal sistemin hakim olduğu, farklılıkların güven ve huzur ortamında kardeşçe bir arada yaşadığı, demokratik hukuk devleti kurallarının işlediği, herkes için adalet ilkesi temelinde tarafsız ve bağımsız yargı sistemine güven duyulduğu kamu malına el uzatılmayan, akraba ve adam kayırmacılığının olmadığı, şeffaflığın her alanda hakim olduğu, liyakatın, ehliyetin ve siyasi ahlakın esas ölçü olduğu, güvenlik-özgürlük dengesinin teminat altına alındığı, aile değerlerimizin toplumun en temel mayası olarak korunduğu, kadınların güven içinde hayatın her alanında etkin roller üstlendiği, gençlerin zihni ve psikolojik açıdan güçlü ve yetkin şahsiyetler olarak yetişmesini sağlayan vizyoner, çağdaş ve üretken bir eğitim sisteminin hayata geçirildiği, refahın belli ellerde toplanmayıp adil bir gelir dağılımı ile toplumun geneline yayıldığı, serbest piyasa ve rekabet koşullarının uygulandığı ,sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma ile çağdaş ve müreffeh bir hayat standardına ulaşıldığı, milli ve evrensel değerlerin uyumunu öngören bir zihniyetin özgün sentezlerle yeniden üretilebildiği, her yönüyle ve her kesimiyle dünyaya açık, yakın çevresinde, gönül coğrafyasında ve dünyada barışçıl ve insani diplomasiyi esas alan, yeni nesillerin geleceğe umutla baktığı, demokratik bir düzen kurmak istiyoruz. Güçlü, onurlu ve müreffeh bir ülke idealinin bu yolla gerçekleşeceğine inanıyoruz.” diyerek bir seri vaatler var ama Türkiye’de yaşayanların sıkıntıları, tenkit edilen hususlara karşılık getirilecek tezleri göremedim. Aşağıdaki deklare edilen ilkelerin de altlarının doldurulması ve uygulama sözü değil de garantisi verilmeli.
Ama Ak Parti’de Tayyip bey’e şartsız itaat edip, bağlanan geniş bir kitle var. Bunlar nasıl ikna edilecekler?
Yani Türkiye Partisi olmaktan öte eski partinin Ak Parti tabanını seçmişler gibi.
Baksanıza daha kurulmadan kendisi ile beraber hareket edip istifa eden Ayhan Sefer Üstün aynen şunu söylüyordu: “Ak Partililer neredeyse MHP’li, bir ülkücü gibi düşünmeye başladılar. BENİM İÇİN EN BÜYÜK SIKINTI BU” demişti. MHP’liler ce Ülkücüler kendisi için sıkıntı olabilir ama siyasi arenaya çıkıldığında bu kesimden oy istene yanlışlığına düşmemek gerekir diyorum.
O zaman şuna da cevap verilmesi gerekir: MHP, İYİ Parti, BBP’indeki ülkücülerden ve hiçbir partiye gitmeyip kenarda duran ülkücü ve milliyetçi/ülkücülerden kimse istenmiyor algısı doğmuş olmaz mı? Gerçi sayın Selçuk Özdağ bu ifadenin yanlış anlaşıldığını bana söyledi ama, bunu o kesimlerde kaç kişi duydu? Bu algı nasıl yok edilecek? Halka indiklerinde kendilerini sıkıntıya sokmaz mı?
Hele Suriye ve dış siyasette yapılan yanlışlıklardan sayın Davutoğlu suçlanacak gibi? Bu konuda da halk ikna edilmeli. Çünkü suçlanan sadece kendisi var.
Bir önemli nota da şu: Ak Partiden istifa eden eski görevlilerin dışında halen milletvekili olan bir Allahın kulu yok! Partinin “beyin kadrosu” diyebileceğimiz tablodaki isimleri belki de kuruluş safhasında görebiliriz ama bunları da şimdi vitrine çıkarmak gerekmez mi? salt siyasetin içinde olanlar; küskünler, dışlananlar, başka partilerde aynı harekete katılmış da yer bulamamış insanlar olduğunda; seçmen bunu kabullenir mi? Bir de salt iktidarı ve onun liderini tenkit ederek siyaset yapılamaz, Bunu geçmişte çok gördük. Atatürk, İsmet Paşa, Bayar-Menderes, Ecevit, Özal ve Demirel muhaliflerinin partilerini terk ederek ayrıldıkları partinin liderinin yanlışları veya ona olan düşmanlık diyemeyeceğim ama karşı çıkış kaidesine oturtularak siyaset yapılamaz. Siyaset sivrilikleri törpüleme sanatı ve uzlaşma üzerine kurulur. Siyasette düşman ve dost kavramı üzerine politika yürütülemez. Bunu bize yaşadıklarımız ve tarih öğretti.
Her kurulan parti; demokrasimiz için bir kazançtır. Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmezleridir.
Çok dikkat etmek, hata yapmamak, iyi bir kadro ile halkın karşısına çıkıp kitleleri gerçek ve olabilir vaatlerle ikna etmek lazım. Rakip parti veya partilerin gücünü yitirmesine çalışmaktan öte kendi gücünü halk kitlelerine gösterme yolu en sağlıklı yoldur. Sadece din inancını ön plana çıkararak politika yapılacaksa bunu yapan partiler bir sürü. Önemli olan sessiz çığlığın sesini duyabilmektir.
Hadi hayırlısı olsun.
Erol Maraşlı
YORUMLAR