Hasan Eser / 14 Temmuz 2016 - ‘Çağın vebası’ diye niteleyebileceğimiz ‘terör’ artık din, ırk ve coğrafya ayırmaksınız, yani hedef gözetmeksizin adeta gözü dönmüşçesine insanlığa saldırıyor.
Terör, alçak yüzünü bir kez daha Fransa'nın Nice kentinde gerçekleştirdiği vahşi bir eylemle gösterdi.
84 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı insanın kanını donduran nitelikte…
Üzülmemek, kahrolmamak elde değil.
İsmail Türüt, bir şarkısında şöyle diyordu: ‘Edirne'de kar yağsa Rize'de üşüyorum’
Evet, Türüt’ün milliyetçi duygularla hitap eden bu sözleri; yurttaş olmanın sorumluluğuna işaret ediyor.
Ancak bizler, yaratılanı 'Yaradan'dan ötürü sevmeyi kendine şiar edinmiş bir toplumuz.
Aynı hassasiyeti din, dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin taşırız.
Yani şarkıda teşbih edilen o ‘kar’ dünyanın öbür ucuna da yağsa, en azından ‘Ebediyete intikal edenlere rahmet, sağlık bekleyenlere de şifa dilemekten geri durmaz benim güzel ülkemin merhametli insanları…
Keşke aynı hassasiyeti şu yeryüzünü paylaştığımız diğer milletler de taşıyabilseler.
Belki o zaman dünya daha yaşanabilir olurdu.
Düşünsenize geçtiğimiz günlerde Irak’ın başkenti Bağdat’ın farkı bölgelerinde patlayan bombalar neticesinde yüzlerce insan öldü. Kaldı ki Ortadoğu da yıllardır insanlar ölüyor, Türkiye 30 yıldır terörün acısını çekiyor.
Peki, tüm dünya milletleri nezdinde soruyorum; tüm bu yaşanan acılar kimin umurunda?
Hiç kimsenin değil. Haydi, empati duygusundan yoksun bu sözde insanların duyarsızlıklarından vazgeçtik…
Ama hiç olmazsa şu son dönemde yaşananlardan da mı ibret alınmıyor.
Küresel tehdit haline dönüşen teröre karşı tek yumruk olmak yerine terörü kategorize etmek, ‘benim teröristim iyi senin teröristin kötü’ demek, ne anlama geliyor?
Türkiye’de masum insanları katleden teröristleri özgürlük savaşçısı, demokrasi mücahitti olarak tanımlamak hangi vicdana, hangi insanlığa sığar?
AB'nin yönetim merkezi olarak kabul edilen Belçika'nın başkentine PKK çadırı kurdurmak etik değerler ile bağdaşır mı?
Ya da PKK’nın ikiz kardeşi olan PYD’yi terör örgütü saymamak?
Fransa’dan gelen kötü haberi işitir işitmez, şahsi Twitter hesabımdan konuyla ilgili birkaç yorum paylaştım, sırasıyla şunları yazdım:
“Avrupa Birliği parlamentosunda terör örgütü üyelerine yönelik açılan fotoğraf sergisine, dün gece 84 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Fransa saldırısında başrolü oynayan teröristlerin fotoğrafları da eklenecek mi acaba?”
“Fransa (iki gün önce) güvenlik önlemleri kapsamında Ankara ve İstanbul'daki temsilciklerini kapatma kararı almıştı.
Şimdi sıra bizde mi olmalı?
Aynı gerekçeyle bizde Fransa'da ki elçiliklerimizi mi kapatmalıyız?
Ayrıca yine güvenlik nedeniyle tatil için Fransa'nın tercih edilmemesi yönünde uyarı açıklamaları mı yapmalıyız?
Tahmin edebileceğiniz üzere; bu paylaşımlarıma destek verenler kadar, tepki gösterenlerde oldu.
Fransa’da yaşanan trajik olaya bir Türk vatandaşı olarak zinhar intikam düşüncesiyle yaklaşmadım.
Kaldı ki öyle olsa bile, intikam geçerli bir hamle değil, duygusal bir tepki değil midir?
Bu bağlamda paylaşımlarıma tepki gösterenlere de saygı duyuyorum.
Ancak son dönemde Avrupa’da vuku bulan terör olayları sonrasında bu ve buna benzer yorumlara tepki gösterenlere de sormadan geçemeyeceğim.
Bizim gibi merhametli, duygusal bir toplumu bu hale acaba kimler getirdi?
Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da masum insanlar katledilirken, durup düşünmek, topyekûn çözüm aramak yerine birileri islamofobi üzerinden halen Müslümanları hedef gösteriyor.
Hatta İslam ile zerre kadar ilgisi olmayan ve ülkemizde de birçok kez eylem yapan DAEŞ’i Türkiye’nin desteklediğine ilişkin algı oluşturma gayretine girenler bile var.
Aslında bu komplo teorilerini üretenlerin öncelikle şapkalarını önlerine koyup, 'Acaba bugün dünyanın başına bela olan bu terör devini kimler yarattı?' ya da 'En iyi ihtimalle göz yumarak ve sessiz kalarak yaratılmasına kimler çanak tuttu?' diye düşünmeleri gerekir.
Ama bunu yeterince sorgulayabildiğine inanmadığım aynı cenah, bugün gelinen noktada ise terörün bumerang özelliğiyle tanışmak zorunda kaldı.
Hal böyle olunca bu saatten sonra hiç kimsenin ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ demeye hakkı yok! Zira yılanın hangi taşın altından çıkacağı, ansızın kimin koynuna gireceği belirsiz…
Şuana kadar yazdıklarımın tamamını, karmaşık duygular içinde kalmış naçiz bir insanın sübjektif düşünceleri olarak kabul edin.
Gelin şimdi hep birlikte büyük resme bakalım ve ilk olarak Nice’te yaşanan terör saldırısı sonrasında, “Fransa terörle yaşamak zorunda kalacak ama teslim olmayacak” ifadesini kullanan Fransa Başbakanı Manuel Valls’in bu sözlerinin altında yatan gerçeği sorgulamaya çalışalım.
Bu ilk bakışta size hamaset yüklü bir açıklama gibi gelebilir. Ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum.
En azından sizin kadar iyimser değilim. Belki ütopik söylemlerde bulunduğumu da düşünebilirsiniz.
Öncelikle Fransa Başbakanı’nın ifadelerinin okyanusta sadece küçük bir damla niteliğinde olduğunun altını çizmek isterim. Kim bilir ne demek istediğini belki de ben yanlış anlamışımdır.
Ancak dünyada dengelerin yeniden kurulmak istendiği kanısı yaygın.
Özellikle de son dönemde yaşanan gelişmeler neticesinde orta doğuyu merkezine alan bir üçüncü dünya harbinin içinde olduğumuzdan kuşkulanmamak elde değil.
Fakat tasfir ettiğimiz bu harp öyle bildiğiniz harplere benzemiyor. Bu harbin içinde ordular yok, sadece maşalar var. Daha açıkçası sanki terör örgütleri eliyle bir ‘vekâlet savaşı’ veriliyormuşcasına bir siluet var karşımızda.
Dolayısıyla Manuel Valls’in işaret ettiği gibi sadece Fransa’yı değil, tüm insanlığı zor günler bekliyor.
Son söz olarak bir kez daha yineliyorum ki terör artık küresel tehdit niteliğindedir. Dünya teröre karşı tek yumruk olmak zorundadır. Terörü besleyenler de onun bumerang etkisini mutlaka hesaba katmalıdır.
Yoksa biz 30 yıldır alışkınız badireler atlatmaya… Tabiri caizse manevra gördük! ki harpten korkacak değiliz. İsmet Paşa’nın da dediği gibi; Yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yenidünya içinde yerini bulur! Varsın bundan sonrasını huzur içinde yaşamaya alışmış olanlar düşünsün. 14 / 07 / 2016
YORUMLAR