1990'lı yıllarda oturduğumuz sokakta fotoğrafçı dükkanı olan yaşlı bir amca vardı.
Son derece nazik, beyefendi, sevecen, yardımsever ve saygılı biriydi.
Fotoğrafçı amcamız, Erbakancıydı.
Foça'da milli görüşçülerin öcü gibi görüldüğü bir dönemde, o Erbakan'ın bayraktarlığını yapıyordu.
Bir gün resmi bir tören için Foça'da Atatürk heykelinin bulunduğu cumhuriyet alanındaydık.
Çelenk sunumu yapılıyordu. Foça'da Erbakan'ın partisinin çelengini genelde fotoğrafçı amcamız sunardı.
Fotoğrafçı amca o gün de oradaydı.
Tören başladıktan bir süre sonra, dönemin komutanlarından biri fotoğrafçı amcayı azarlamaya başladı.
Fotoğrafçı amca, o gün ceket, gömlek ve kravatının altına kot pantolon giymişti.
"Vay efendim sen nasıl kot pantolonla çıkarsın atamızın huzuruna..."
Aslında fotoğrafçı amca bu konularda çok titizdi ama uzun bir süredir hanımı ile dargın olduğu için dükkanında yatıp kalkıyordu.
Yani ne elbiselerini doğru düzgün muhafaza edebiliyor; ne de ütülü elbiseler giyebiliyordu.
Çok iyi biliyordum ki, o kot pantolonu saygısızlığından değil, çaresizliğinden giymişti.
Zira bildiğim kadarıyla kendisi de emekli bir ordu mensubuydu.
Fotoğrafçı amcanın gözyaşını akıtanlar sayesinde, ben ilk defa o gün milli görüş hareketine sempati duymaya başladım.
Tıpkı başörtüsü mağdurları gibi...
Aradan zaman geçti, belediye başkanlığı döneminde hayranlık duyduğum Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin kuruluş çalışmalarına başladı.
Ben o dönem Antalya'da turizmle ilgileniyordum. Yaptığım iş sayesinde birbirinden önemli insanlarla sohbet etme şansım oluyordu.
Ve edindiğim intiba şuydu: AK Parti ilk seçimde iktidar olacak!
Sezon bittiğinde Foça'ya döndüm, Fazilet Partisi'nde siyaset yapan dostlarımın kapısını çaldım, 'Burada boşa kürek çekmeyin, derhal AK Parti'nin kuruluş çalışmalarına başlayın' tavsiyesinde bulundum.
Tabii bana inanmadılar.
İnanmadıkları için de AK Parti'yi Foça'da milli görüş geleneğiyle alakası olmayan isimler kurdu.
Ha! O gün bana inanmayanlar; AK Parti tek başına iktidara geldikten sonra en büyük AK Partili oldular.
Öyle ki, partiye üyelik talebimi bile kabul etmediler.
Çünkü 'küçük olsun bizim olsun' politikasını güdüyorlardı.
Acaba ima etmeye çalıştıkları şu muydu: "Ey Tayyip Erdoğan, bak burası Foça, burası seküler bir kasaba ve biz böylesine radikal bir kasabada ateşten gömlek giyip senin bayrağını dalgalandırıyoruz. Bizim kıymetimizi bilesin."
Uzatmayalım...
AK Parti'ye resmi olarak katılışım 2006 yılında oldu.
Foça ilçe teşkilatını bahsettiğim gruptan teslim alan Ramazan Genç isimli bir arkadaşım, iş başına gelir gelmez Foça'da partiyi büyütmeye başladı.
Benim gibi merkez sağ geleneğinden gelen birçok insanı ikna edip AK Parti'ye kazandırdı.
İlk seçimde semeresini de aldı. AK Parti, 2007 genel seçimlerinde, hem de Foça gibi bir ilçede yaklaşık 2600 oy elde etti.
Bu başarı 2009 yerel seçimleri için de AK Parti'yi Foça'da potaya sokmuştu.
Derken...
2008 yılında AK Parti Foça İlçe kongresi yapıldı.
Fakat o da ne!
Dönemin İzmir İl Başkanı Aydın Şengül, kongrede Ramazan Genç'e rakip çıkan adayı destekliyor; Genç'in konuşma yapmasına dahi müsaade etmiyor; üstelik bir de Genç'in kazanması halinde kendisini görevden alacağını ima ediyordu.
Bu yaşananlar benim demokrasiye olan inancımla bağdaşmıyordu.
Acaba, partiyi genişletmekten imtina eden eski milli görüşçülerin de dile getiremedikleri korku bu muydu?
Velhasıl, bizatihi şahidi olduğum o antidemokratik kongre, AK Parti'den ayrılmama vesile oldu-ki derhal istifa ettim-
Zaten o tarihlerden itibaren gerçek AK Partililer saf dışı kalmaya başlamıştı. Teşkilatlarda yavaş yavaş 'her devrin adamı' diye tabir edilen isimler çoğalıyordu.
Neyse...
CHP'ye oy verecek değildim!
'Beyaz Yürüyüş' adı altında ülkemizi baştan sona arşınlayan dönemin Demokrat Parti Genel Başkanı Süleyman Soylu dikkatimi çekiyordu.
Hatta komşu ilçemiz Aliağa'nın Helvacı beldesine de gelmişti.
Güzel konuşuyordu, yerinde tespitlerde bulunuyordu.
Süleyman Soylu'nun ortaya koyduğu muhalefet, bugün Muharrem İnce'nin Erdoğan'a yönelik eleştirilerinden çok daha güçlüydü.
Ayrıca...
Dikkatimi çeken bir isim daha vardı: Numan Kurtulmuş.
Saadet Partisi, Numan Kurtulmuş’un genel başkanlığında girdiği 2009 yerel seçimlerinde, bir önceki seçime göre oyunu yaklaşık yüzde 90 arttırarak yüzde 5.13’ü yakalamıştı.
Fakat daha sonra enteresan bir şekilde, sayın Kurtulmuş Saadet Partisi ile yollarını ayırdı.
Ben o dönem Saadet Partisi'ni suçlarken, İzmir İl Başkan yardımcısı Mehmet ağbim (Alpat) "Hasancığım bilmediğin şeyler var. Zamanı gelince anlarsın..." demişti.
Bu arada, Abdüllatif Şener'i de unutmamak gerekir. Sayın Şener de Türkiye Partisi'ni kurarak kısa bir süreliğine de olsa umut olmuştu.
Fatih'in bahtsız şehzadesi Cem Sultan misali...
Abdullatif Şener de Erbakan'ın bahtsız veliahtıdır.
Sayın Şener, partisini kurmakta zamanlama hatası yaptı ve bakanlık yaptığı dönemde yollarına kırmızı halılar serenler, daha sonradan kendisini yalnız bıraktı. Güvendiği dağlara kar yağdı. Ya da bir şekilde etrafı boşaltıldı.
Numan Kurtulmuş'a geri dönelim...
Ne yalan söyleyeyim Has Parti'den çok umutluydum.
O dönem gazete çıkardığım için aktif siyaset içinde yer almayı uygun bulmuyordum.
Bu nedenle, çok istememe rağmen Has Parti'nin kuruluşunda yer alamadım.
Fakat daha önce AK Parti'de gençlik kolları başkanlığı görevinde bulunan bir arkadaşıma telkinde bulunarak, Foça'da Has Parti'nin kuruluşuna vesile oldum. Ve 2011'de oyumu Has Parti'ye verdim.
Gerisi malumunuz...
Kime umut bağladıysak...
Ya AK Parti'ye katıldı, ya da enteresan bir şekilde yalnızlaşan taraf oldu.
Tarihler 7 Haziran 2015'i gösterdiğinde...
Sandığa giden Hasan Eser için tek bir seçenek vardı: MHP
Evet, MHP de sonradan AK Parti'nin müttefiki oldu.
İlginçtir ki, ben AK Parti'den uzaklaşmaya çalıştıkça, AK Parti bana yaklaşır oldu.
Devam edelim...
Ne yalan söyleyeyim, 15 Temmuz hain darbe girişimi, AK Parti ile aramadaki buzları eritti...
Yıllarca Adnan Menderes'in idam edilişine üzülen ve bu yöndeki öfkesini her fırsatta kaleme alan biri olarak...
Kendime şöyle dedim: Haz etmediğin bazı il ve ilçe teşkilatları üzerinden değerlendirme yapman doğru değil. Darbe girişimine maruz kalmış bir lideri mutlaka desteklemelisin. Ve 16 Nisan'da tercihimi "Evet"ten yana kullanarak destekledim de.
Sayın Erdoğan da sanki olanların farkındaydı...
Kürsülerden öz eleştiriler yapmaya başladı. 'Metal Yorgunluğu' çerçevesine oturtuğu konuşmalarında, sert bir dille kendi teşkilatlarını eleştiriyordu.
Yıllarca, 'AK Parti teşkilatlarını kapasın, ülke genelindeki oyunu yüzde 10 arttırır' tezini savunan Hasan Eser'in bu tespitlerden etkilenmemesi mümkün değildi.
Üzerine bir de belediyelerin mercek altına alınacağının işaret edilmesinden çok memnun olmuştum.
Belediyeler hakkında geçmişte neler yazdığımı devamlı okurlarım iyi bilir.
Ne var ki, bir büyük hayal kırıklığı daha yaşamam uzun sürmedi.
AK Parti teşkilatlarında devrim niteliğinde bir değişim olmadı. Hatta kısa zamanda gelenler gidenleri aratmaya başladı.
Belediyeler konusu da Ataköy ve Beşiktaş Belediyelerinden öte gidemedi.
Ve kabul ettik ki, sütte leke var ama İzmir'in belediyelerinde yok!
Haa! Son derece isabetsiz bulduğum milletvekili aday tercihlerini de unutmamak gerekir.
Öte yandan, çok sevdiğim ve saygı duyduğum 11. Cumhurbaşkanımız sayın Abdullah Gül konusunu da hiç girmiyorum.
Nitekim yukarıda da bahsettiğim, AK Parti'ye alternatif olarak çıkan ama kısa sürede umutları suya düşüren siyasi hareketler bir kenara...
Şu ana dek, AK Parti'nin karşısında ısrarla ve inançla dik duran tek siyasi hareket İYİ Parti oldu.
Kazanır-kaybeder ayrı konudur; ama dirayetli duruşundan dolayı sayın Meral Akşener'i kutlamak gerekir.
Toparlamak gerekirse...
Yarın sandık başına gidiyoruz.
Ve ben AK Parti'ye AK Parti'nin geleceği için oy vermeyeceğim.
Çünkü inanıyorum ki, AK Parti'nin iktidarı kaybetmesi halinde, sözde AK Partililer seçimin hemen ertesinde gemiyi ilk terk edenler olacak.
Sayın Erdoğan için "Yola beraber çıktıklarını yolda bulduklarına değişti" diyebilir miyiz? Bilmiyorum!
Ancak, bazı gerçeklerin şimdiden farkına vardığına inanıyorum.
Demem o ki, AK Parti'nin alacağı olası bir yenilgi, gelecekte kazanacağı daha büyük zaferlerin muştusu olabilir.
AK Parti bu seçimi kazanırsa günü kurtarır ama kaybederse geleceği kazanır.
Daha açık ifade etmek gerekirse...
En azından parlamentoda alınacak bir yenilgi, AK Parti'nin temiz bir sayfa açarak yeniden özüne dönmesine vesile olur.
Hal böyle olunca da gerçek AK Partililer iş başına gelerek AK Parti'yi kurucu ayarlarına geri döndürür.
Sözün özü, ben AK Parti'nin kaybetmesini isterken aslında kazanmasını arzuluyorum.
YORUMLAR