Hasan Eser / 26 Temmuz 2016 - Kökleri 1960'lı yıllara ulaşan ‘Hizmet Hareketi’ni terör örgütüne dönüştüren Fethullah Gülen'in gelişimini, varlığını ve gücünü getirip Recep Tayyip Erdoğan’a bağlamak ne kadar doğru?
Gülen Hareketi, zirveyi şüphesiz AK Parti döneminde gördü. Ama AK Parti ile doğmadı!
Başarısız darbe girişimiyle birlikte Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) Üyesi olduğu ortaya çıkan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan’ın ifadeleri bu tespiti doğrular nitelikte.
Cemaatin üyesi olduğunu söyleyen Levent Türkkan, 1989 yılında Işıklar Askeri Lisesi'nin sınavlarına girmeden önce sınav sorularının kendisine cemaat tarafından verildiğini itiraf ediyor.
Şöyle düşünün: 1989 yılında, yani bundan 27 yıl önce, askeri bir lisenin sınav sorularını bile ele geçirebilecek kadar organize ve güçlü bir örgütten bahsediyoruz.
Karşımızda PKK’dan bile daha sinsi, daha tehlikeli, daha kalleş ve daha organize bir terör örgütü var.
Ancak, birileri hadisenin vahametini halen anlayabilmiş değil.
Öyle ki darbe girişimi süreci üzerinden siyasi rant elde etmeye çalışanlar, “FETÖ’yü başımıza AKP musallat etti” diyerek, AK Parti’yi ‘günah keçisi’ ilan etmeye çalışıyor.
Hâlbuki mesele bu saatten sonra AK Parti ya da başka bir parti meselesi değil. Mesele Türkiye meselesi, mesele Cumhuriyeti’in bekası…
28 Şubat'ın ardından, yani 1990’lı yılların sonunda ABD'ye kaçan terörist başı Gülen’in ardına küresel güçleri almadan böyle bir örgütü organize edebileceğine inanmak mümkün mü?
Terörist başı Gülen’in neredeyse 40 yıl öncesine uzanan hazırlık süreci, 50 yıl sonrasını bile bugünden planlayan Amerika'nın gelecek vizyonuna ve yönetim stratejisine ne kadar da benziyor değil mi?
Ayrıca devletin kılcal damarlarına kadar sızan FetÖCÜ'lerin AK Parti iktidarıyla güçlendiğini öne sürenler, AK Partinin gizli oyunlarla FETÖ tarafından güçlendirildiği ihtimali üzerinde de durmalılar.
Ütopik ifadeler üzerinden reyting peşinde değilim. Komplo teorileri de üretmiyorum. Ancak şüphe kurdu beynimi kemirirken; sadece sesli düşünüyor ve zihnimde canlanan şu sorulara yanıt arıyorum:
-Post modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat sürecinde, akıllara ziyan açıklamalarıyla askere destek çıkan Gülen değil mi?
-Yine tüm dini grupların pasifize edildiği o dönemden sadece Gülen cemaatinin zararsız çıkması düşündürücü değil mi?
-Refahyol Hükümeti’nin devrilmesi…
- Refahyol’un ardından peş peşe kurulan Anasol-D, DSP Azınlık ve Anasol-M hükümetlerinin basiretsizlikleri ya da onları basiretsizliğe yönlendiren algı operasyonları ve manipülasyonlar.
- 2001 kriziyle birlikte ülkenin dibe vurması…
- 2002 erken seçimleri sonucunda Anavatan ve Doğruyol gibi güçlü partilerin siyaset arenasından tasfiye olması (edilmesi) ile birlikte Saadet Partisi, DSP ve MHP gibi partilerin o seçimde sandığa gömülmesi…
İşte tam da bu noktada sorulması gereken asıl soru şudur: AK Parti’nin 2002’de ülkenin tek umudu haline dönüşmesi tesadüf olabilir mi?
AK Parti’nin Necmettin Erbakan’ın talebeleri tarafından kurulduğunu ve yine Erbakan’ın Fethullah Gülen’e karşı olduğunu da göz önünde bulundurmak suretiyle; AK Parti’nin ilk çıkış noktasında Gülen Cemaati ile her hangi bir ittifak yaptığını düşünmüyorum.
Ama…
AK Parti’nin Gülen Cemaati ile olan daha sonraki yakınlığı; belki Erbakan’ın akıbetine düşmemek, belki de iktidarını korumak adına kurulmuş bir ilişki olarak yorumlanabilir.
Kaldı ki bu yakınlık Türkiye’ye pahalıya mal oldu. Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk davalarında ürettiği sahte belgeler ile kendisine biat etmeyecek olan şerefli Türk askerlerini TSK’dan tasfiye eden FetÖCÜ'ler, aslında bir nevi bugünlerin provasını, hazırlığını yapmış. Potansiyel tehdit gördüğü, yani gelecekte önüne çıkacak her engeli ortadan kaldırmış.
Bunu (40 yıllık bir plan dahilinde) yaparken de olası bir sol ya da Kemalist darbenin bertarafını da yapmayı ihmal etmeyerek, AK Parti’nin kanatları altında yaşamaya ve gelişmeye devam etmiş.
Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse; bir taş ile iki kuş misali, potansiyel tehditleri AK Parti eliyle yok ederken, bu sayede de AK Parti düşmanlığını körüklemiş ve bugünlere zemin hazırlamış.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu konuda kandırıldığını söylüyor. Aslında burada kandırılma kavramından daha çok ciddi bir öngörüsüzlük söz konusu…
Tabii ki bu öngörüsüzlük hepimize özgü…
Gerçi bugünlerde birileri ortaya çıkıp “Biz FETÖ konusunda herkesi uyarmıştık” diyor.
Ancak bu söylemin sahipleri, AK Parti ile cemaat ihtilafının ayyuka çıkmasıyla, AK Parti’ye karşı bu kirli yapıyla nasıl ittifak kurduklarını unutuyor.
Her neyse, bu saatten sonra kimin ne dediği değil, kimin hangi tarafta durduğu önemli…
Zira Türkiye Cumhuriyeti halen büyük bir tehdit altında.
Bir düşünsenize, kendilerine dini cemaat süsü veren bir terör örgütü, 40 yıl sinsice sürdürdüğü hazırlığı sadece seçilmiş hükümeti devirmek için mi yapar? Yoksa rejimi değiştirmek için mi?
Öte yandan on yıllar süren hazırlığı adeta nakış işler gibi yapan bu ihanet şebekesi, tüm gücünü tek bir hamlede harcar mı? Hiç sanmıyorum! Böylesine organize bir örgütün mutlaka -B- hatta -C- ve -D-planları olabilir.
Dolayısıyla daha önce de söyledim, bir kez daha yineliyorum.
Yüce Türk Milleti Pensilvanya’daki o vatan hainin liderliğinde gerçekleşen darbe girişimini geri püskürtmemiş olsaydı, daha net bir ifadeyle; FETÖ 15 Temmuz gecesi hain emellerine ulaşabilseydi. Atalarımızın kurup bize armağan ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugün olmayacaktı.
Fethullah Gülen, tıpkı Ayetullah Humeyni'nin İran'a döndüğü gibi Türkiye'ye dönecek ve hedeflediği şeriat devletini kuracaktı.
Bu kirli yapıya mensup insanların nasıl birer Atatürk düşmanı olduklarını bilenler bilir. Bunların ilk yapacakları iş, Atatürk heykellerini yıkmak olacaktı.
İşte bugün gazetelerde okuyoruz. Darbe sonrası hedefledikleri devrimde kendilerine karşı geleceğini düşündükleri 21 milyon kişiyi fişlemişler.
Darbe girişimine karşı çıkan bu yüce millet, kuşkusuz FetÖCÜ’lerin şeriat devrimine de karşı koyacaktı.
Belki de milyonlarca insan ölecekti.
Bu bağlamda Ortadoğu’da yaşanan kaosa dahil edilecek olan Türkiye’de, Sam Amca'nın ‘Yeşil Kuşak Projesi’ olan Arap Baharının büyük finali yapılacaktı.
Ve böylelikle Amerikan güdümündeki ‘Genişletilmiş Ortadoğu İnisiyatifi’ yani 'Büyük Ortadoğu Projesi' (BOB) Türkiye etabıyla tamamlanacaktı.
Hal böyleyken varsın birileri yaşanan badirenin tiyatro olduğuna, hatta darbe yapıldıktan sonra iktidarın gönül verdikleri partiye teslim edileceğine inanmaya devam etsinler.
Tartışılmaya mahal vermeyecek bir oranda aldığı oy ile iktidara gelen ülkenin seçilmiş hükümetini kanlı bir darbeyle alaşağı edip rejimini değiştirme amacında olan vatan hainleri ile onlardan medet uman sözde vatandaşlarımızın arasında hiçbir fark göremiyorum.
Yüzde 52 halk oyu ile seçilmiş Cumhurbaşkanı’na karşı nefret besleyerek,“Yeter ki Tayyip gitsin, gerekirse ülke kökünden yok olsun” düşüncesine sahip olanlarında akıl sağlığından şüphe duyduğum gibi, bu tür insanların her türlü ihanete açık olduklarını düşünüyorum.
Bunun içindir ki meydanlarda tutulan demokrasi nöbetinin devam etmesi yönünde yapılan çağrının doğru olduğuna inanıyorum.
Günün Sözü: Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru yol uygarlık yoludur. (Mustafa Kemal Atatürk)
YORUMLAR