HASAN ESER

HASAN ESER

mahalligundem.com Genel Yayın Yönetmeni

Amerika'nın Son Kralı  

06 Şubat 2020 - 16:07

Biyografik filmler her zaman ilgimi çekmiştir. Özellikle diktatörlerin hayatını anlatan filmler.

Örnek vermek gerekirse, yakın tarihin ünlü diktatörlerinden Uganda Devlet Başkanı/Kasabı İdi Amin’in hayatından kesitler sunan 'İskoçya'nın Son Kralı' adlı filmi listemin ilk sırasına yazabilirim. 

İdi Amin ve Adolf Hitler gibi adını tarihe kanlı harflerle yazdıran diktatörlerin hayatları, toplumda her daim merak konusu olmuştur. 

Okuyarak araştırmayı çok sevmediğimiz için olsa gerek, merak edilenleri özetleyerek beyazperdeye aktaran Çöküş ya da İskoçya'nın Son Kralı gibi görsel yapıtlar, konuya ilgi duyanların dikkatini çekmeyi başarmıştır. 

Zira hangi konuda olursa olsun,  senaryonun gerçek hayattan esinlenilerek yazılması, izleyici üzerindeki tesirini daha da artırıyor. 

Tabii bu tür filmleri hangi perspektiften izlediğiniz önemlidir. 

Eğlenmek/vakit geçirmek için izliyorsanız, görece isabetli bir seçim olmayabilir. 

Ama... Geçmişin yaşanmışlıklarıyla  günümüz dünyası arasında bağıntı kurmayı ve sentez yapmayı seviyorsanız; bu ve buna benzer filmler ilginizi çekebilir.  

Geçen gün, hiç üşenmedim, 'İskoçya'nın Son Kralı'nı oturup yeniden izledim. 

Bazı fimleri belirli zaman aralıklarında yeniden izlemenin faydalı olduğuna bir kez daha inandım-ki filmi izlerken aldığım notlardan bu yazı ortaya çıktı-

Uzatmayalım... 

Filmin başlarında, halkın adeta sevgilisi olmuş bir lider portresi çiziyor İdi Amin.  

Herkes onu çok seviyor; gittiği her yerde sevgi seliyle karşılanıyor. 

İdi Amin de bu sevgiye karşılıksız kalmıyor; sempatik ve babacan bir tavır sergiliyor. 

Ne var ki, daha sonra içindeki şeytanı serbest bırakan İdi Amin, tam anlamıyla bir canavara dönüşüyor.

"Uganda beni seviyor, çünkü ben sadığım ve ben adilim." repliğinden de anlaşılacağı üzere...  

Narsist kişiliğinin yanı sıra  sadakati her şeyin üstünde gören İdi Amin, hiçbir ihaneti cezasız bırakmıyor. Cezalandırma yöntemleriyle de hastalıklı bir ruh haline sahip olduğunu gösteriyor. 

Öyle ki, şüphe duygusunu aşırı uçlarda yaşayan, sürekli öldürülmek istendiğini düşünen, en yakınlarına bile ön yargıyla yaklaşan İdi Amin, özellikle aldatılma ve kandırılma düşünceleriyle paranoyak davranış biçimleri gösteriyor. 

Burada korkutucu olan, İdi Amin’in  ruhsal açıdan yaşadığı bazı dengesizliklerin giderek topluma, özellikle  yakın çevresine yansıması. 
 
Filmi izleyen uzmanlar, İdi Amin için şizofreni tanısı koyarlar mı? Bilmiyorum!

Ama bu tür hastalıklı insanların, her şeyin yolunda gittiği dönemlerde, gerçek kişiliklerini ustaca saklayabildiklerini muhtelif kaynaklardan okumuşluğum var. 

İdi Amin de ülkesinde (kendince) her şey yolunda giderken,  gerçek karakterini saklamayı ve kendini frenlemeyi çok iyi başarıyor.

Tarihe mal olmuş  hemen her diktatörün döneminde görülmüştür. Hasta ruhlu diktatörler, suikast denemesi ve halk ayaklanması gibi krizleri fırsata çevirmesini iyi bilmiştir. Trajiktir, tam olarak Uganda'nın başına gelen de budur. 

Filmde, ailesinden uzaklaşmak için Uganda’da gönüllü olarak bulunan  genç ve maceraperest bir İskoç doktor var. 

Nicholas adlı İskoç doktor ile İdi Amin'in yolları tesadüfen kesişiyor. Birbirlerinin dostluğunu kazanıyorlar.

Doktor Nicholas, çok geçmeden İdi Amin'in özel doktoru, sırdaşı/danışmanı oluyor.

Daha sonra pişman oluyor ama ne fayda...

İlk başlarda, halkın İdi Amin'e olan sevgisi, İskoç doktoru derinden etkiliyor.

İdi Amin, başkanlığını ilan ettiği ilk günlerde, küçük mitingler yaparak burada halka hitap ediyor. 

Doktor Nicholas'ın da İdi Amin ile tanışması bu toplantılardan birinde oluyor. 

İdi Amin'in halka hitabını dinleyen ve halkın ona gösterdiği sevgi gösterilerini gıpta ederek gözleyen Doktor Nicholas,  bu esnada yöre halkından tanımadığı bir adamla konuşuyor:  

-Neden bu kadar seviniyorlar?
- İdi Amin başkan oldu.
-Çok seviliyor sanırım.
-Halk herkese aynı sevinci gösteriyor, önceki başkana da böyle davranmışlardı!

Evet, aslında bu replik her şeyi özetliyor.

Özellikle geri kalmış ülkelerde, toplum, seçilerek ya da darbeyle devletin başına geçen kişiyi, ülkeyi yönetmekle görevli bir yönetici olarak kabul etmek yerine, o kişiyle duygusal bir bağ kuruyor ve zaman içinde onu 'baba' yerine koyarak içselleştiriyor. 

- O olmazsa biz de olmayız. 
- Ülkemizin geleceği için onun yanında olmalıyız.
-O hata yapmaz, o bizim iyiliğimizi düşünüyor.

Tabii liderin de topluma ikram ettiği, toplumun da kana kana içtiği milliyetçilik iksirinin etkisini de unutmamak gerekir 

Güçlü baba imgesi, kabartılmış milli duygularla harmanlandığında, örtülü despotizm kendiliğinden ortaya çıkıyor. 

Ne dersiniz, kişisel ya da toplumsal anlamda zayıflık duygusuna kapılıp, kimlik bunalımına giren insanlar, yaşadıkları bu eksikliği, koruyucu, güçlü ve karizmatik bir liderin peşine takılarak doldurmaya çalışıyor olabilirler mi?

İlginçtir ki, 1970'lerden bahsediyoruz. Geri kalmış Afrika'nın üzerine kabus gibi çöken,  darbeci bir diktatörün hayatını anlatan bir film üzerinden konuşuyoruz. 

Demem o ki, coğrafyası, tarihsel dönemi ve şartlar itibarıyla Uganda'nın başına gelenlere çok da şaşırmamak lazım. 

Lakin, burada günümüze dair bir parantez açacak olursak... 

Dünyaya demokrasi dağıtan(!) bir ülke, nasıl oluyor da Donald Trump gibi diktatoryal eğilimler gösteren birinin peşine takılabiliyor? 

Geri gelelim İskoçya'nın Son Kralı'na... 

Kendisini çok özel bir insan olarak gören İdi Amin,  Uganda'yı yönetme yetisine sahip tek kişinin kendisi olduğuna inanıyor. 

Bunun içindir ki, attığı her adımın doğru olduğunu düşünüyor ve sorgulanmasına tahammül edemiyor. Hal böyle olunca da kurduğu baskı rejimi giderek direnç kazanıyor. Zira hemen her diktatörün ortak özelliği değil midir bunlar?

Toparlamak gerekirse...

Diktatörlüğün doğuşuna ve gelişmesine izin veren yine insanlardan başkası değil. Bu gerçeği irdelemesi açısından son derece başarılı bulduğum İskoçya'nın Son Kralı adlı filmi, diktatörler konusuna ilgi duyan herkese ısrarla tavsiye ederim.

NOT:  Meksika sınırına duvar örme gibi ilginç vaatlerle iktidara gelen Donald Trump'ın  önüne gelene meydan okuduğuna şahit olunca, Amerikan halkı adına büyük endişe duyuyorum. Ne diyelim, Allah kurtarsın!. 

"Ne yapacağı belli olmuyor, ama güçlü bir lider. Afrikalılar sadece bundan anlarlar."  (REPLİK)

"Burası Afrika.Şiddete şiddetle cevap verilir. Yoksa ölürsün" (REPLİK)

"Başkan’ın böyle bir adama ihtiyacı var, aklına geleni söylemekten korkmayan biri." (REPLİK)

Hasan Eser / Mahalli Gündem.com 

YORUMLAR

  • 0 Yorum