Hz. İsa'ya ''Ölüyü diriltmekten daha zor ne olabilir?'' diye sormuşlar.
Şöyle yanıt vermiş: Anlamayana anlatmak.
AK Parti'de "Metal yorgunluğu" tespiti / itirafıyla başlayan süreçte...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, parti teşkilatını defaatle uyardı, sorunu kibarca anlattı.
Lakin birileri anlamadı, daha doğrusu anlamamazlıktan geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kürsülerde değişimden bahsederken...
Tarif ettiği kişiler "Yaşa reis, bravo..." diye haykırarak ayakta alkışladı.
Ha! Bu tiplere "Yahu durun bir dakika, adam sanki sizi tasvir ediyor" diye soracak olursanız...
Ki ben birkaçına sordum!
Pişkin bir üslupla, şöyle bir yanıt aldım: "Olur mu canım, bizi kastetmiyor. Hem biz burada partimizin oyunu yüzde bilmem kaç arttırmış bir teşkilatız. Çok başarılıyız!.."
Evet, La Fontaine'den Masallar.
Biz de yedik!..
Kaldı ki, Recep Tayyip Erdoğan'ın her seçimde Ankara'dan tek başına estirdiği rüzgar olmasaydı, siz AK Parti'ye acaba seçim mi kazandırabilirdiniz?
Erdoğan'sız girdiğiniz daha ilk seçimde (7 Haziran 2015) partiyi az kalsın muhalefete düşüren siz değil miydiniz?
16 Nisan Referandumunda Erdoğan'ı kalabalıklar içinde yalnız bırakan yine sizler değil miydiniz?
Ah diyorum çünkü yıllarca yazdım-çizdim, "AK Parti teşkilatlarının kapısına kilit vursun, oyunu en az yüzde 10 artırır. " diye adeta bir tarafımı yırttım, ama dikkate alınmadım.
Hoş zararın neresinden dönülürse kardır.
15 Temmuz şerrinden doğan hayırlardan biri de budur.
Velhasılıkelam...
Yorulmadan-çabalamadan sadece Erdoğan rüzgarıyla siyaset yapanlar, teşkilatları "Küçük olsuz ama bizim olsun" anlayışıyla yönetenler, CHP'li belediyelere ulaşmak için AK Parti'yi köprü olarak kullananlar ve en önemlisi de Muharrem İnce'nin ifadesiyle mücahitlikten müteahhitliğe terfi edenler için artık deniz bitmiştir!
Gelelim bir diğer konuya...
Son dönemde bazı romantikler seçilmiş belediye başkanlarını istifa ettirmenin demokratik olmadığını savunuyorlar.
Türkiye, siyasi partiler ve seçim sistemiyle gerçekten demokratik bir ülke olmuş olsaydı, yerden göğe kadar haklılardı.
Ancak...
Biz, belediye başkanı ya da milletvekili adayını belirleme noktasında; bir genel başkanın iki dudağı arasından çıkacak isimlere bağlı bir ülkede yaşıyoruz.
Yani seçmiyoruz! Sadece ve sadece onaylıyoruz.
İdeoloji olarak kendimize yakın gördüğümüz partinin önümüze koyduğu isimlere, ister-istemez razı oluyoruz.
Öte yandan...
Türkiye'de Yılmaz Büyükerşen, Behçet Saatcı gibi birkaç istisnai isim dışında, şu anda görevde olan bir belediye başkanının (AK Parti - CHP fark etmez! ) partisine rağmen, bağımsız ya da bir başka partiden aday olması halinde seçim kazanma ihtimali var mıdır?
Örneklemek gerekirse...
Kadir Topbaş'ın İstanbul'da AK Parti haricinde seçim kazanma şansı olabilir miydi?
CHP'den aday olmanın avantajı olmasaydı, Aziz Kocaoğlu İzmir'e belediye başkanı olabilir miydi?
Uzun zaman iktidarda kalmanın dezavantajını yaşayan Melih Gökçek, yıpranmış olmanın getirdiği olumsuzlukları; son yerel seçimde AK Parti'nin gücüyle bertaraf etmedi mi?
Melih Gökçek'in 2014'te olası alternatif bir adaylık sürecinde, yani arkasında AK Parti gücü olmadan, Mansur Yavaş gibi güçlü bir ismin karşısında seçim kazanma şansı var mıydı?
İzmir halkının, aday gösterilen isimlere bakmaksızın CHP'ye gözü kapalı oy verdiği gibi...
Türkiye'nin kahir ekseriyetinde de...
Toplum, Erdoğan'ın elini havaya kaldırdığı isimlere sorgusuz-sualsiz oy verebiliyor.
Daha açık ifade edeyim: Toplumun bir kesimi parti (6 ok) amblemine, bir diğer kesimi de lidere (Erdoğan) oy veriyor.
Gerisi teferruat!..
Dolayısıyla...
Normal şartlarda belediye başkanı olmaları mümkün olmayan bazı isimlerin kerameti kendinden menkul bilmelerine şaşıyorum.
Ayrıca...
"Belediye seçimlerinde kişiye oy verilir" tezinin çürüyeni hani oldu.
Türkiye'de 2004 yılından buyana, yerel seçimler genel seçim havasında geçmiyor mu?
Uzatmayalım...
Belediye başkanlarının istifa ettirilmesi, genel pencereden olumlu görünmeyebilir.
Ama vaziyeti gerçek AK Partililerin penceresinden değerlendirecek olursak...
AK Parti, bütünü kurtarmak adına kangren olan uzuvlarını kesip atmaya mecburdu.
Çünkü, AK Partili tüm belediye başkanlarının kefili Erdoğan'dır.
Kefilliğin anlamı da şudur: Siz beni tanıyın! Güvenceniz benim! Ki her türlü olumsuzluktan ben de sorumluyum!
Özetin özeti...
Geçtiğimiz günlerde "Bu değişimi kendimiz yapmazsak sandıkta milletimiz yapar" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün gelinen noktada ise kefilliğin gereğini yapıyor.
Son olarak...
İsim mevzu bahis değil, bazı tanıdıklar hal-hatır sorma bahanesiyle beni arıyor:
-Hasan Bey, siz nasıl yorumluyorsunuz bu istifa sürecini?
- Sel geldiği zaman ayırt etmez, önüne ne katarsa götürür.
(Sitcom dizilerindeki kahkaha efekti gibi bir reaksiyon geliyor bu yorumuma.)
- Komik olan nedir?
- "Hasan Bey bize dokunamazlar. Bize iliştikleri takdirde büyük tepki alırlar."
Evet, yıllardır aynı terane...
Belediyeleri bakkal dükkanı gibi yönetenlerin klişe tesellisi...
Yahu hadi gazete okumuyorsunuz, televizyon haberlerini de mi takip etmiyorsunuz?
Bakınız...
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun ağzından aynen aktarıyorum: "Yolsuzluk yapan kim olursa olsun, kanuna aykırı davranan her kim varsa, belediye başkanıdır, x'tir, y'dir, z'dir, yetkimiz dahilinde gözünün yaşına bakmayız."
Şimdi oturup sayın bakanın ne demek istediğini size uzun uzun anlatmak isterdim ama anlamayana anlatmak zor be kardeşim.
HASAN ESER / MAHALLİ GÜNDEM
YORUMLAR