Ankara, İstanbul ve İzmir, Türkiye’nin en büyük üç metropolü konumunda.
Ankara, modern Türkiye’nin kalbi ve başkenti. İstanbul, Türk ekonomisinin lokomotifi…
Sıkça vurgulandığı gibi, demokrasinin beşiği olmakla birlikte nevi şahsına münhasır bir şehir olan İzmir de Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan günümüze uzanan siyasi serüveninde, genlerinde “muhalefet ve karşı duruş” eğilimlerini barındıran ve her daim değişimi önceleyen bir kent.
Malum! Ekonomik krize ve ardı ardına yaşanan felaketlere rağmen Türkiye’nin değişmeyen tek bir gündem maddesi var: CHP’nin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı…
Daha doğrusu, iki adaydan hangisinin olacağı: Ekrem İmamoğlu mu, Mansur Yavaş mı?
Evet, 1999’dan bu yana İzmir, CHP tarafından yönetiliyor! Dahası, Türkiye haritasının sarıya boyandığı dönemlerde bile haritada “kırmızı” olarak beliren bir şehirdir İzmir.
Bir tek bana mı tuhaf geliyor?
Ankara ve İstanbul’un büyükşehir belediye başkanları, Cumhurbaşkanlığı adaylığı için “doğal aday” oluyor! Ama Türkiye’nin 3’üncü büyük kenti olmakla birlikte CHP’nin taşıyıcı kolonlarından biri olan İzmir’in büyükşehir belediye başkanının esamesi okunmuyor.
Tabii meseleyi mevcut Başkan Cemil Tugay’a da indirgememek gerekir. Öyle ki önceki başkanlardan Aziz Kocaoğlu’nu ve/veya Tunç Soyer’i de Cumhurbaşkanlığı adaylığı için uygun gören olmamıştı.
Bu arada “doğal” olarak tanımlanan adayların her ikisi de ilçe belediye başkanlığından geliyor: Ekrem İmamoğlu Beylikdüzü’nün, Mansur Yavaş ise Beypazarı ilçesinin eski belediye başkanı.
Aslında Aziz Kocaoğlu Bornova Belediyesi, Tunç Soyer Seferihisar Belediyesi, Cemil Tugay da Karşıyaka Belediyesi başkanlığı koltuğundan büyükşehir belediye başkanlığı koltuğuna geçmişlerdi.
Tunç Soyer’i tenzih ediyorum ki Kocaoğlu ile Tugay’ın büyükşehir başkanlığına terfi etmelerinin temelinde bir başarı hikayesi yatmıyor.
Öyle ki Aziz Kocaoğlu, Ahmet Piriştina’nın vefatı vesilesiyle, Cemil Tugay da Kemal Kılıçdaroğlu’na bayrak açan Özgür Özel’e verdiği desteğin bir yansıması olarak, İzBB başkanı olmadılar mı?
Ahmet Piriştina’nın ömrü vefa etseydi, Kocaoğlu öyle kolay kolay İzBB başkanı olabilir miydi?
Karşıyaka Belediye Başkanlığı için yeniden aday gösterilmesi dahi tartışma konusu olan Tugay’ın İzBB başkanı olabilme şansı var mıydı?
Evet, burada asıl cevabını aradığımız soru şudur: Niçin İzmir’den bir Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş çıkmıyor/çıkamıyor?
İzmir’i 1999’da sağdan sola geçiren Ahmet Piriştina’dan sonra, İzmir’den ülkenin ve/veya en azından CHP’nin başına geçebilecek kalibrede bir belediye başkanı çıkmadı.
İki defa Manisa Büyükşehir Belediye Başkanlığına talip olup seçilemeyen Özgür Özel, CHP Genel Başkanı oldu, ama Türkiye’nin 3. Büyük ili İzmir’i yönetenlerin bugüne kadar ne genel başkanlık ne de cumhurbaşkanlığı adaylığı için isimleri dahi geçmedi.
Tabii CHP’den İzmir’e belediye başkanı seçilmek, siyasi açıdan ne kadar ölçü olabilir ki?
İmamoğlu veya Yavaş, İzmir’den aday olsalardı rekor oy farkıyla kazanırlardı.
Peki, Kocaoğlu, Soyer veya Tugay, CHP’nin İstanbul veya Ankara adayı olsalardı acaba seçilebilirler miydi?
Sezar’ın hakkı Sezar’a…
Aziz Kocaoğlu, ihtiraslı bir belediye başkanı değildi. Bugün, İzmir’i incelediğinizde ve “Ne güzel ne iyi olmuş” diyebileceğiniz ne kadar yatırım/hizmet varsa, yüzde 90’ı Aziz Kocaoğlu’nun eseridir.
Öyle ki Kocaoğlu’nun kurduğu iyi ilişkiler ve yapıcı/uzlaşmacı tavrı, merkezi iktidarın İzmir’e yaptığı yatırımlarda dahi önemli bir rol oynamıştır. Kocaoğlu, icraatçı bir başkan olarak İzmir’in tarihine geçmiştir ki yaşı itibariyle de fazlasını beklemek kendisine haksızlık olur. Tıpkı Yılmaz Büyükerşen gibi zamanında ve zirvede bırakıp “duayen” belediye başkanları kervanına dahil olmuştur.
Aslında Tunç Soyer de donanımlı, entelektüel, eğitimli ve deneyimli olmasının yanı sıra, komplekssiz, disiplinli ve özgüveni yüksek bir belediye başkanıydı.
Abartmadan söylüyorum! Türkiye’de değil de Norveç’te doğup büyümüş olsaymış, çok rahat bir şekilde önce Oslo’ya belediye başkanı, sonra da Norveç’e devlet başkanı olabilirdi, diye düşünmüyor değilim.
Gerçekten özgürlük, demokrasi ve eşitlik gibi ilkeleri Avrupa normlarında benimseyen bir belediye başkanıydı Tunç Soyer.
Seferihisar belediye başkanlığı döneminde de eleştiri oklarına hedef olan bir isimdi.
Bana göre, Soyer'in Seferihisar dönemi, “ağaçların dallarını budadık” kabilinden haberler yaptırmakla PR yaptıklarını zanneden belediye başkanlarına rehber olabilecek nitelikte bir dönemdir.
Soyer, “siyasal iletişim” konusunda İzmir’in gelmiş geçmiş en başarılı belediye başkanıdır.
Çalışma ve yönetimsel konusunda bana, futbol dünyasındaki Alman teknik direktörlerin disiplin anlayışını hatırlatan Soyer’in kimine göre şansı kimine göre de şansızlığı (ki bana göre en büyük şansı) eşi Neptün Soyer hanımefendiydi.
Tunç Soyer, İzBB başkanlığı dönemi boyunca, Neptün Hanım’ın “de facto bir başkan gibi İzBB’yi yönettiği” şeklinde ucuz eleştirilere maruz kalmıştı.
Evet, bu coğrafyada lafa gelince “Başarılı her erkeğin arkasında mutlaka bir kadın eli vardır” denilir. Fakat bu konuda örnek teşkil eden kadınlar da her daim eleştiri oklarının hedefindedir.
Örneklemek gerekirse, Türk aile yapısına ve evlilik kurumuna örnek teşkil eden Rahşan-Bülent Ecevit çiftinin birbirine olan bağlılıklarının yıllarca (farklı bir bakış açısıyla) eleştiri konusu olduğu gibi, Soyer çifti de benzeri bir durum yaşamıştır.
Sözün özü: Mansur Yavaş’ın Ankara halkının dünya görüşüyle birebir örtüştüğü gibi, Tunç Soyer de İzmir’e uygun bir profildi.
İzBB’deki görev süresinde 2 büyük şansızlık yaşadı! Birincisi pandemi dönemine denk gelmesi, ikincisi ise Özgür Özel’in genel başkanlığa seçilmesi.
Aksi halde en az 2 dönem daha başkanlık yapabilirdi. Ha! Gerçek olan şu ki Tunç Soyer gibi naif bir siyasetçinin ne genel başkanlık ne de cumhurbaşkanlığı adaylığı hiçbir zaman söz konusu olmazdı. Yineliyorum: Norveç’te olsaydı, olabilirdi.
Yeri gelmişken, Tunç Soyer’in İzBB başkanlığı yaklaşık 1 yıl önce bitti.
“Memleketime şöyle aşığım böyle sevdalıyım” diyerek belediye başkanlığına talip olan, hatta seçilip de birkaç dönem koltukta oturan, ama görev süresi bittikten sonra da suya sabuna dokunmaktan imtina eden nice siyasetçiler gördük.
Bu noktada, Soyer’i ilgiyle takip ettiğimin altını çizmek isterim ki, “Aşkla İzmir” sloganının gereğini yapıyor. Yani İzmir’e olan aşkının başkanlık koltuğuyla sınırlı olmadığını gözler önüne seriyor.
Hiçbir şeye seyirci kalmıyor! Ne İzmir ne partisi ne de ülkesi için görüş bildirmekten asla geri durmuyor. Amiyane tabirle kaçak güreşmiyor! Söyleşilere, panellere, toplantılara katılıyor. Televizyon programlarına konuk oluyor. Beyanatlar veriyor ve en önemlisi de sokak ile bağını asla koparmıyor. Bence de doğru olanı ve kendisine yakışanı yapıyor.
Gelelim mevcut İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’a…
Kendisi hakkında en çok işittiğim eleştiri, “Karşıyaka’ya Belediye Başkanı olduğu dönemde, Karşıyaka için ne yapabildi ki İzmir için ne yapabilecek?” şeklinde ve benzeri yorumlar...
Aslında burada bir paradoks söz konusu. Öyle ki Cemil Tugay’ın Karşıyaka’daki selefi Hüseyin Mutlu Akpınar’dan nasıl bir belediye devraldığına bakmak veya hatırlamak, asıl gerçeği gözler önüne serecektir.
Öte yandan Başkan Tugay'ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemini yorumlamak için de henüz çok erken. Kendisinin tüm açıklamalarını yakinen takip ediyorum ve ekseriyetle kulağa hoş gelen şeyler söylediğine şahit oluyorum. Kısacası, beklemekte fayda var.
Son olarak...
Siyasetin biraz da şans işi olduğunu kabul etmek gerekir.
Cemil Tugay da siyasi şansı son derece yüksek bir isim.
Evet, Tugay’dan bir genel başkan veya cumhurbaşkanı adaylığı biraz hayalcilik olur ama olası bir CHP iktidarında ve günün birinde karşımıza Sağlık Bakanı olarak çıkarsa hiç mi hiç şaşırmam. Çünkü zat-i alilerinde o siyasi baht fazlasıyla var.
HASAN ESER
YORUMLAR