Menemen Belediyesine yönelik yolsuzluk iddiaları üzerine gerçekleştirilen operasyonun kamuoyundaki yansımaları devam ediyor.
Sosyal medyadan edindiğim izlenime göre, İzmir’de olayın vahametini kavrayamayanların sayısı az değil.
Serdar Aksoy’un görevden uzaklaştırılması ve tutuklanması olayını tarafgirlikten kaynaklı koruma içgüdüsüyle değerlendirenler, konuyu siyasetin genel yaklaşımları üzerinden açıklamaya/aklamaya çalışıyor.
Zaten bu memleketin başına ne geldiyse “Benim yanlışım, senin yanlışından iyidir” anlayışından gelmedi mi?
Aslında sadece siyasette değil, yaşamın hemen her alanında karşılaştığımız olumsuzluklar karşısında aynı yönteme başvurmuyor muyuz?
Evet, karşılaştığımız olayları neden-sonuç ilişkisi üzerinden değerlendirmek ve çıkarımlar yapmak yerine, kalıplaşmış karşıtlıklar üzerinden mukayese yöntemiyle değerlendirmeyi tercih ediyoruz.
“Ama…” ile başlayan cümleler kurmayı çok seviyoruz.
Konumuzun öznesi üzerinden örneklendirmek gerekirse…
Serdar Aksoy’un tutuklanması olayını “Filanca partinin belediyeleri çok mu temiz?” şeklinde değerlendirenler oldu.
Filanca partinin belediyesinde yanlışı görüp de sessiz kalan, Cumhuriyet Savcılığına bildirmeyen müfteridir!
Kaldı ki bir tarafın yanlışını başka bir tarafın yanlışı üzerinden açıklamaya çalışmak, bana pek tutarlı bir davranış gibi gelmiyor.
Kötünün iyisiyle yetinmek, kötülüğün ateşine odun taşımaktır.
Öyle ki “Diğerine göre daha az kötü” diye kabullendiğimiz her kötülük, gelecekte daha büyük kötülüklere yol açıyor.
Aslında iki kötü arasından daha az kötü olanı tercih etmek yerine, iki iyi arasından daha iyi olanı tercih etmemiz gerekmiyor mu?
Yaşadığım yerden, Foça’dan örnek vereyim.
2019 Yerel Seçimlerinde, bir tarafta 1989’dan beri her seçimde aday olan ve aday olduğu her seçimi kaybeden bir siyasetçi eskisi…
Diğer tarafta da “Ya bizim adayımıza oy verirsiniz ya da korktuğunuz o kişinin belediye başkanı seçilmesine katkıda bulunmuş olursunuz” stratejisi sayesinde hiçbir şey yapmadan seçim kazanan mevcut yapının adayı.
İtiraf ediyorum!
31 Mart’ta ben de öyle yaptım, kötünün iyisine oy verdim, oy vermekle kalmadım destek de oldum.
Sonuç ortada…
“Elim kırılsaydı da oy vermeseydim” diyorum, ama ne fayda!
Yarın seçim olsa ve Cumhur İttifakı’nın temcit pilavı gibi her seçimde ısıtıp ısıtıp Foça halkının önüne koyduğu kadrolu belediye başkan adayı ile mevcut yapının adayı arasında yine bir seçim yapmak zorunda kalsam, acaba tavrım ne olurdu diye düşünüyorum son günlerde...
Kuvvetle muhtemel sandığa gitmezdim-ki Foça’da aynı senaryonun yeniden yazılması vegerçekleştirilmesi halinde gitmeyeceğim de zaten-
Konumuza geri dönelim…
Serdar Aksoy ve avanesinin tutuklanması olayını “CHP’li Belediye olmanın zorlukları…” şeklinde basite indirgeyerek yorumlamak yerine…
“Tahir Şahin’in başkanlığında 20 yıl kesintisiz yönettiğimiz Menemen Belediyesi, ne oldu da 2 yılda bu noktaya geldi?” sorusuna yanıt aramak, daha rasyonel bir yaklaşım olmaz mı?
Tabii “Masumiyet karinesi var. Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz" şeklinde yorum yapanlara da saygı duymak gerekir.
Nitekim Serdar Aksoy ve ekibinin kesin suçlu ya da suçsuz olduğuna dair son kararı verecek tek merci, Yüce Türk yargısıdır.
Bu noktada bizi ilgilendiren kısım, konunun siyasi boyutudur.
Hatırlarsanız, CHP 2019’da yakaladığı yerel seçim başarısını 1989’da da yakalamıştı. (SHP çatısı altında!)
1989-1994 döneminde İSKİ skandalı başta olmak üzere, yerel yönetimlerde yapılan hataların bedelini çok uzun sürede ve ağır bir şekilde ödemişti Cumhuriyet Halk Partisi.
Halk, özellikle de İstanbul ve Ankara’da tam tamına 25 yıl yerel iktidar vizesini vermedi CHP’ye.
Bunun içindir ki, 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde önemli bir başarıya imza atan CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu da o seçimin hemen akabinde şöyle dedi: “1989 travmasını yaşamak istemiyoruz!”
AK Parti’yi ilk defa 2002’de iktidara taşıyan başlıca etkenlerden biri de 1994’te iktidar olan Refah Partili belediyelerin başarısıdır.
Belediyeler gerçeğinin ne olduğunu bazı tipik CHP’liler kavrayamasa da, CHP lideri Kılıçdaroğlu, merkezi iktidara giden yolun belediyelerden geçtiğini çok iyi biliyor.
Bu sebeple olsa gerek, surda gedik bırakmak istemiyor Kılıçdaroğlu!
Keşke bu hassasiyetini İzmir'in belediye başkan adaylarını belirleme sürecinde de göstermiş olsaydı. Bu sayede Urla, Foça, Menemen ilçelerinde yaşayan insanlar da kendisine bu kadar tepki duymazdı. (Ayrı bir yazı konusudur.)
Kurulu düzenlerinin bozulmasını istemeyenler, yerelde vuku bulan olumsuzlukları genelin kamplaşmaları üzerinden açıklamaya devam ededursunlar...
Kılıçdaroğlu her şeyin farkında!
Hafta içi her sabah Ebru Baki’nin Habertürk TV'de sunduğu ‘Para Gündem’ programını seyrettiğim için gözden kaçırmışım.
Menemenli Gazeteci Ulvi Tanrıverdi, Facebook hesabından paylaşmasa, haberim olmayacaktı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunduğu
‘Çalar Saat’ adlı sabah programına konuk olmuş ve Memenen olayını şöyle değerlendirmiş:
“…Olay bize Menemen halkı tarafından duyuruldu.
Duyulduktan sonra ben oraya derhal 3 arkadaşımı görevlendirdim.
Üç milletvekili arkadaşım gitti. Halkla görüştü, iddialarla bulunan kişilerle görüşüldü.
Bizim İl Başkanımızla görüşüldü ve rapor geldi, raporun gereğini süratle yaptık.
Bakın hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayız.
Ya oturup hizmet edeceksin, öyle cebimi dolduracağım, köşeyi döneceğim, şunu yapacağım, yolsuzluk yapacağım bu bizim kitabımızda yoktur.
Herkes oturacak belde halkına hizmet edecek.”
Evet, CHP'nin Genel Başkanı “Hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayız” açıklamasında bulunurken, bazı sözde CHP’liler de “Başkanımıza iftira atıldı” diye ağlaşıyorlar sosyal medyada.
Yahu çok mu zor Sayın Kılıçdaroğlu’nun dediğini tekrarlamak?
Çok mu zor “Hata yapan gider/ gitsin/ gitmeli…” demek?
Gelelim bir başka konuya...
"CHP’li Foça Belediye Başkanı’nın -Silahla kasten yaralamaya azmettirme- suçundan yargılanması olayı hakkında, niçin hiçbir şey yazmıyorsun, neden pas geçiyorsun?" diye soran okurlarım oluyor.
Serdar Aksoy için yaptığım yorumun aynısını, Foça Belediye Başkanı için de yapıyor ve Yüce Türk yargısının vereceği kararı beklemeden yorum yapmanın yanlış olacağını söylüyorum her seferinde kendilerine.
Fakat...
“Peki, siyasi çerçevede yaptığın değerlendirme nedir?” şeklinde ısrarla yorum yapmamı isteyenlere de oluyor.
Diyeceğim o ki bu konuda iki kelam etmek farz oldu.
Yorumum şudur:
Merkezi iktidara belediyeler üzerinden ulaşmaya çalışan, önüne ‘Türkiye’de iktidar olmak’ gibi çok büyük bir hedef koyan bir siyasi partiye mensup olan bir belediye başkanının suçlu ya da suçsuz, haklı ya da haksız olmaksızın, adının böylesine çirkin bir olayla yan yana gelmesi bile kabul edilebilir bir şey değildir. NOKTA!
Sosyal medyadan edindiğim izlenime göre, İzmir’de olayın vahametini kavrayamayanların sayısı az değil.
Serdar Aksoy’un görevden uzaklaştırılması ve tutuklanması olayını tarafgirlikten kaynaklı koruma içgüdüsüyle değerlendirenler, konuyu siyasetin genel yaklaşımları üzerinden açıklamaya/aklamaya çalışıyor.
Zaten bu memleketin başına ne geldiyse “Benim yanlışım, senin yanlışından iyidir” anlayışından gelmedi mi?
Aslında sadece siyasette değil, yaşamın hemen her alanında karşılaştığımız olumsuzluklar karşısında aynı yönteme başvurmuyor muyuz?
Evet, karşılaştığımız olayları neden-sonuç ilişkisi üzerinden değerlendirmek ve çıkarımlar yapmak yerine, kalıplaşmış karşıtlıklar üzerinden mukayese yöntemiyle değerlendirmeyi tercih ediyoruz.
“Ama…” ile başlayan cümleler kurmayı çok seviyoruz.
Konumuzun öznesi üzerinden örneklendirmek gerekirse…
Serdar Aksoy’un tutuklanması olayını “Filanca partinin belediyeleri çok mu temiz?” şeklinde değerlendirenler oldu.
Filanca partinin belediyesinde yanlışı görüp de sessiz kalan, Cumhuriyet Savcılığına bildirmeyen müfteridir!
Kaldı ki bir tarafın yanlışını başka bir tarafın yanlışı üzerinden açıklamaya çalışmak, bana pek tutarlı bir davranış gibi gelmiyor.
Kötünün iyisiyle yetinmek, kötülüğün ateşine odun taşımaktır.
Öyle ki “Diğerine göre daha az kötü” diye kabullendiğimiz her kötülük, gelecekte daha büyük kötülüklere yol açıyor.
Aslında iki kötü arasından daha az kötü olanı tercih etmek yerine, iki iyi arasından daha iyi olanı tercih etmemiz gerekmiyor mu?
Yaşadığım yerden, Foça’dan örnek vereyim.
2019 Yerel Seçimlerinde, bir tarafta 1989’dan beri her seçimde aday olan ve aday olduğu her seçimi kaybeden bir siyasetçi eskisi…
Diğer tarafta da “Ya bizim adayımıza oy verirsiniz ya da korktuğunuz o kişinin belediye başkanı seçilmesine katkıda bulunmuş olursunuz” stratejisi sayesinde hiçbir şey yapmadan seçim kazanan mevcut yapının adayı.
İtiraf ediyorum!
31 Mart’ta ben de öyle yaptım, kötünün iyisine oy verdim, oy vermekle kalmadım destek de oldum.
Sonuç ortada…
“Elim kırılsaydı da oy vermeseydim” diyorum, ama ne fayda!
Yarın seçim olsa ve Cumhur İttifakı’nın temcit pilavı gibi her seçimde ısıtıp ısıtıp Foça halkının önüne koyduğu kadrolu belediye başkan adayı ile mevcut yapının adayı arasında yine bir seçim yapmak zorunda kalsam, acaba tavrım ne olurdu diye düşünüyorum son günlerde...
Kuvvetle muhtemel sandığa gitmezdim-ki Foça’da aynı senaryonun yeniden yazılması vegerçekleştirilmesi halinde gitmeyeceğim de zaten-
Konumuza geri dönelim…
Serdar Aksoy ve avanesinin tutuklanması olayını “CHP’li Belediye olmanın zorlukları…” şeklinde basite indirgeyerek yorumlamak yerine…
“Tahir Şahin’in başkanlığında 20 yıl kesintisiz yönettiğimiz Menemen Belediyesi, ne oldu da 2 yılda bu noktaya geldi?” sorusuna yanıt aramak, daha rasyonel bir yaklaşım olmaz mı?
Tabii “Masumiyet karinesi var. Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz" şeklinde yorum yapanlara da saygı duymak gerekir.
Nitekim Serdar Aksoy ve ekibinin kesin suçlu ya da suçsuz olduğuna dair son kararı verecek tek merci, Yüce Türk yargısıdır.
Bu noktada bizi ilgilendiren kısım, konunun siyasi boyutudur.
Hatırlarsanız, CHP 2019’da yakaladığı yerel seçim başarısını 1989’da da yakalamıştı. (SHP çatısı altında!)
1989-1994 döneminde İSKİ skandalı başta olmak üzere, yerel yönetimlerde yapılan hataların bedelini çok uzun sürede ve ağır bir şekilde ödemişti Cumhuriyet Halk Partisi.
Halk, özellikle de İstanbul ve Ankara’da tam tamına 25 yıl yerel iktidar vizesini vermedi CHP’ye.
Bunun içindir ki, 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde önemli bir başarıya imza atan CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu da o seçimin hemen akabinde şöyle dedi: “1989 travmasını yaşamak istemiyoruz!”
AK Parti’yi ilk defa 2002’de iktidara taşıyan başlıca etkenlerden biri de 1994’te iktidar olan Refah Partili belediyelerin başarısıdır.
Belediyeler gerçeğinin ne olduğunu bazı tipik CHP’liler kavrayamasa da, CHP lideri Kılıçdaroğlu, merkezi iktidara giden yolun belediyelerden geçtiğini çok iyi biliyor.
Bu sebeple olsa gerek, surda gedik bırakmak istemiyor Kılıçdaroğlu!
Keşke bu hassasiyetini İzmir'in belediye başkan adaylarını belirleme sürecinde de göstermiş olsaydı. Bu sayede Urla, Foça, Menemen ilçelerinde yaşayan insanlar da kendisine bu kadar tepki duymazdı. (Ayrı bir yazı konusudur.)
Kurulu düzenlerinin bozulmasını istemeyenler, yerelde vuku bulan olumsuzlukları genelin kamplaşmaları üzerinden açıklamaya devam ededursunlar...
Kılıçdaroğlu her şeyin farkında!
Hafta içi her sabah Ebru Baki’nin Habertürk TV'de sunduğu ‘Para Gündem’ programını seyrettiğim için gözden kaçırmışım.
Menemenli Gazeteci Ulvi Tanrıverdi, Facebook hesabından paylaşmasa, haberim olmayacaktı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunduğu
‘Çalar Saat’ adlı sabah programına konuk olmuş ve Memenen olayını şöyle değerlendirmiş:
“…Olay bize Menemen halkı tarafından duyuruldu.
Duyulduktan sonra ben oraya derhal 3 arkadaşımı görevlendirdim.
Üç milletvekili arkadaşım gitti. Halkla görüştü, iddialarla bulunan kişilerle görüşüldü.
Bizim İl Başkanımızla görüşüldü ve rapor geldi, raporun gereğini süratle yaptık.
Bakın hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayız.
Ya oturup hizmet edeceksin, öyle cebimi dolduracağım, köşeyi döneceğim, şunu yapacağım, yolsuzluk yapacağım bu bizim kitabımızda yoktur.
Herkes oturacak belde halkına hizmet edecek.”
Evet, CHP'nin Genel Başkanı “Hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayız” açıklamasında bulunurken, bazı sözde CHP’liler de “Başkanımıza iftira atıldı” diye ağlaşıyorlar sosyal medyada.
Yahu çok mu zor Sayın Kılıçdaroğlu’nun dediğini tekrarlamak?
Çok mu zor “Hata yapan gider/ gitsin/ gitmeli…” demek?
Gelelim bir başka konuya...
"CHP’li Foça Belediye Başkanı’nın -Silahla kasten yaralamaya azmettirme- suçundan yargılanması olayı hakkında, niçin hiçbir şey yazmıyorsun, neden pas geçiyorsun?" diye soran okurlarım oluyor.
Serdar Aksoy için yaptığım yorumun aynısını, Foça Belediye Başkanı için de yapıyor ve Yüce Türk yargısının vereceği kararı beklemeden yorum yapmanın yanlış olacağını söylüyorum her seferinde kendilerine.
Fakat...
“Peki, siyasi çerçevede yaptığın değerlendirme nedir?” şeklinde ısrarla yorum yapmamı isteyenlere de oluyor.
Diyeceğim o ki bu konuda iki kelam etmek farz oldu.
Yorumum şudur:
Merkezi iktidara belediyeler üzerinden ulaşmaya çalışan, önüne ‘Türkiye’de iktidar olmak’ gibi çok büyük bir hedef koyan bir siyasi partiye mensup olan bir belediye başkanının suçlu ya da suçsuz, haklı ya da haksız olmaksızın, adının böylesine çirkin bir olayla yan yana gelmesi bile kabul edilebilir bir şey değildir. NOKTA!
YORUMLAR