İdris Küçükömer “Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması” adlı eserinde Türkiye'de sağın sol, solun da sağ olduğunu savunur. CHP tarzındaki siyasi partilerin dünya genelinde sağ parti olarak tanımlandığını göz önünde bulundurursak, Küçükömer’in bu radikal tezine katılmamak mümkün değildir.
CHP’de siyaset yapma imkânı kalmayınca dört arkadaşı ile birlikte 1946'da Demokrat Parti'yi kuran Adnan Menderes, ilk iş olarak bir basın toplantısı düzenler ve partisini tanıtır. Gazetecilerden biri şöyle bir soru sorar: Partiniz sağcı mıdır, solcu mudur? Menderes bu soruyu şöyle yanıtlar: “Siz bana CHP’nin siyasi yelpazedeki yerini gösterin, ben de size Demokrat Parti’nin yerini göstereyim.”
Deneyimli Gazeteci İsmet Berkan da “Türkiye’de Siyaseti Okuma Kılavuzu” isimli kitabının 14. sayfasında şu ifadelere yer verir: “-Sol- ve -solculuk- kelimelerinin ülkemiz siyaset sahnesinde yaygın kullanımı 27 darbesi sonrasıdır. 50’li yıllarda bir kez Adnan Menderes’in, ‘Biz CHP’nin solundayız” dediği bilinir ama bu siyasette yer etmemiştir; çünkü ne Demokrat Parti kendine ‘sol parti’ demiştir ne de CHP ‘sağ parti’. O zamanlar iktidar ve muhalefet vardı, sol ve sağ yoktu. Ama 60'lı yıllarda bir solculuk furyası başladı. Türkiye'de ‘sağcı’ diye adlandırılan siyasi kesimler ve partiler asla kendilerini hiçbir zaman ‘sağcı’ diye tanımlamadılar. Ama ‘sol’ partiler kendilerine ‘ortanın solu’ veya ‘sol’ tanımlamasını yapınca, geriye kalanlar da ‘sağ’ oldular o tanımlamayı yapanlar açısından.”
(Çok uzun bir girizgâh olduğunun farkındayım, ama aslında ne anlatmak istediğimin daha iyi anlaşılması açısından bu anekdotları aktarmak zorundaydım.)
FOÇA’DA YEREL SİYASET
Foça, 1980 yılına kadar belirli “elit” ailelerin dönüşümlü olarak yönettiği bir ilçeydi.
Proletaryadan birinin çıkıp da Foça Belediye Başkanlığı görevine talip olması söz konusu bile olamazdı.
Peki, o dönemi bir “feodalite” veya “aristokrasi” olarak tanımlayabilir miyiz? Böyle bir çıkarımda bulunmak, hem dönemin ekabir takımına hem yerleşik halka büyük haksızlık olur bence!
Nihayetinde mürekkep yalamış insan sayısının son derece düşük olduğu küçük bir balıkçı kasabasında, halk arasında ‘Bey’ olarak anılan insanların belediye başkanı seçilmesi, dönemin kendi koşulları içerisinde gayet makul bir olgudur.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra, belediye bürokratı Süleyman Ege’nin Belediye Başkanlığı görevine atanmasıyla birlikte Foça’da yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır.
Öyle ki 1984 Yerel Seçimlerinde tahsil ortalaması ortaokul olmakla birlikte kasaplık, balıkçılık, şoförlük gibi mesleklere malik olan esnaflardan kurduğu Meclis listesiyle, Serdar Mersin'in Anavatan Partisi'nden Belediye Başkanı seçilmesi, Foça için tam anlamıyla bir kırılma noktasıdır-ki deyim yerindeyse- Foça halkı 1984’te yönetime el koymuştur.
Elbette bahse konu değişim Foça’ya özel bir durum değildir. Türkiye’nin birçok şehrinde benzer değişimler vuku bulmuştur.
Öyle ki söz konusu değişimin “Seksenler” isimli televizyon dizisinde hicvedilmesi de tesadüf olmasa gerektir. Diziyi izleyenler hatırlayacaktır: Manav Mustafa’nın ANAP’tan Çınaraltı’na belediye başkanı seçilmesi, aslında “senaryo gereği” adı altında o döneme yapılan esaslı bir göndermedir.
Gelelim asıl konumuza: Başlıkta sorduğumuz soruya net bir cevap vermemiz gerekirse, Foça ne sağcıdır ne de solcudur! Aslında “doğruluk” ve “gerçeklik” arasındaki ilişkinin en somut örneklerinden biri de olabilir Foça’daki seçmen yapısının ideolojik eğilimleri. (Foça özelinde!)
Foça gibi ekonomisi çökmüş, gelir kaynakları yok olmuş, işsizlikten dolayı sürekli dışarıya göç vermiş ve neredeyse tek geçim kapısı Belediye olan bir ilçede, seçmen davranışlarını ideolojik köken ve eğilimler üzerinden değerlendirmek de yanıltıcı sonuçlar verebilir.
Örneklemek gerekirse, atadan dededen CHP’li olan, ama merkezi iktidarın tasarrufunda olan bir kurumda çalıştığı için olsa gerek, eline aldığı AK Parti flamasıyla birlikte İlçe Başkanlığı binasının önüne gelip Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesini kutlayan(!) isimlere de birçok kez şahit olmuşluğumuz yok değildir elbet.
Aynı şekilde CHP’ye hiçbir aidiyet duygusu hissetmediği halde, CHP’liymiş gibi görünmek zorunda kalan insanlar da var Foça’da!
Nihayetinde 35 yıldır Foça’yı CHP yönetiyor ve böylesine uzun bir zamanda kadrolaşmak da eşyanın tabiatı gereğidir.
Ayrıca…
35 yıldır her yerel seçimde aday olan, ama aday olduğu her seçimi de kaybetmek için elinden gelenin çok daha fazlasını yapan Serdar Mersin’in ardı ardına aldığı seçim mağlubiyetlerinin (Foça’nın sağ kesiminde) bıkkınlık ve yorgunluk yarattığını da gözden kaçırmamak gerekir.
Daha açık ifade edeyim, Foça’da iktidarı değiştiremediği için (haklı olarak) ideolojisini değiştiren veya değiştirmiş gibi yapan insanlar var.
Diğer taraftan girizgahta verdiğim Menderes’in Demokrat Partisi örneğinde olduğu gibi, 1980’li yıllara kadar Foça’daki elit tabakanın CHP’li oluşu, o takımın karşısına çıkan ama onlar gibi elit olmayan takımın sağcı olmasına sebep olmuştur.
Çünkü başka da bir seçenek yoktur! Bu denklem günümüz için de geçerlidir. Yani 1984’te Serdar Mersin ve ekibi, ANAP’tan değil de sol eğilimi olan bir partiden yola çıkmış olsalardı, bugün belki de sağ partilerde siyaset yapanlar CHP’de, CHP’de siyaset yapanlar da sağ partilerde siyaset yapıyor olabilirlerdi.
Hadi daha da açık ifade edeyim: Foça’da 80 öncesinde iktidara ambargo koyan elit kesimin uzantısı ve prensi olan Nihat Dirim, kendisini “solcu” olarak tanımlayıp partisini de SHP/CHP olarak belirleyince, benim aileme ve ailem gibi düşünenlere de “sağcı” ve CHP’nin tam karşısında olmak düşmüştür. Tıpkı girizgahta İsmet Berkan’ın kitabından aktardığım örnekte olduğu gibi.
Foça’da elbette gerçek anlamda ideoloji sahibi olan insanlar da var. Tabii bunların ekseriyeti ununu elemiş, eleğini de duvara asmış insanlardır-ki onları tenzih etmek gerekir.
Fakat her seçim döneminde bir araya gelip “İnadına sol, inadına CHP” şeklinde sloganlar atmak, romantizmden öte bir şey değildir.
Foça’da ne CHP’nin ne de tam karşısında yer alan partinin üye yapısı organik değildir.
Tıpkı Türkiye’nin son 20 yılında olduğu gibi, Foça’da da “sağcılık-solculuk” diye bir eğilim kalmamıştır.
İktidardan yana olanlar ve olmayanlar vardır. Buradaki “sağcılık- solculuk” kavramları da bir partiyi desteklemek veya taraf olabilmek için sığınılan bir liman, uydurulan bir kılıftan öte değildir.
Peki, yanılıyor olabilir miyim? Cevabı “evet” olanlara şunları sormak isterim: Foça’da CHP saflarında aktif olarak siyaset yapan bazı isimlere aniden mikrofon uzatıp “Sol ideolojinin açılımı nedir!” diye sorsak, acaba kaç kişiden tatmin edici bir yanıt alabiliriz? Tabii aynı sorunun tersini sağ partilerde siyaset yapanlara da sormak kaydıyla.
Son olarak…
Dost meclislerindeki sohbetlere veya sosyal medya paylaşımlarına baktığımızda, Foça’da birçok insan hayalindeki belediye başkanını şöyle tarif ediyor: Eğitimli, donanımlı, vasıflı, özetle liyakat sahibi.
Hayaller böyle, peki ya gerçekler?
Ne yazık ki toplumun belediye başkanlığı için çizdiği çerçeve, temenniden öte bir yaklaşım olmuyor!
Öyle ki “liyakat” kavramı çoğu insanın umurunda bile değil.
Belediye başkanlığına talip olanların hangi projeleri vaat ettiğini ve/veya seçilen kişinin vaat ettiği projelerden hangisinin gerçekleşip gerçekleşmediğini sorgulayan, önemseyen bile yok!
Deyim yerindeyse, birçok insan da dişini geçirebileceği bir belediye başkanı istiyor bilinçaltında yatan sebeplerden.
Diyeceğim o ki dilinde Foça’nın ali menfaatleri olup da zihnin de “Acaba hangisine daha kolay işlerimi gördürürüm” diye düşünenler de var elbet.
Ha! Bir de yine yukarıda örneğini verdiğim gibi, belediye başkanlığı gibi önemli bir makamı, aristokrat olmayanlara yakıştıramayanlar da yok değil.
Onlara göre; bir zamanlar büfede gazete satan Gökhan Demirağ’dan, İtfaiye Eri olan Fatih Gürbüz’den, Balık Ekmek satan Taner Acar’dan, lise mezunu olan Saniye Bora Fıçı’dan belediye başkanı olmaz, olmamalı.
Çünkü bunların babaları ve dedeleri belediye başkanlığı yapmamış. Bunların hiçbiri ağa veya bey torunu da değil. O zaman bunlar kim oluyor da belediye başkanlığına soyunuyor(!).
Kusura bakmayın ama geçti o dönemler.
Evet, Foça’da halkın yönetime el koymasının üzerinden epey bir zaman geçti.
Köprünün altından çok sular aktı.
İlk defa 1984’te yakılan ateş 2004'te yeniden alevlendi ve 2019’da da nirvanasına ulaştı.
Bazılarına da “Nihayetinde partimiz, hem ne demişler: kol kırılırmış da yen içinde kalırmış” diyerek, kendi kendilerini avutmak düştü.
Farkında mısınız? Foça’da kurduğunuz yapının altında kaldınız.
20 yıldır arzu ettiğiniz isimleri aday gösteremiyorsunuz, çoğunuz delege bile olamıyorsunuz ki ne sözünüzü dinleyen ne de fikirlerinizi önemseyen var.
Tek teselliniz: CHP'nin 35 yıldır kazanıyor olması.
Halbuki bilmiyorsunuz ki bazen kaybetmek de kazanmaktır.
HASAN ESER
YORUMLAR