Türk futbolu irtifa kaybetmeye devam ediyor.
Böyle giderse 'yere çakılmak' kaçınılmaz 'son' olacak.
Türkiye'de (ben dahil) milyonlarca futbol profesörü(!) ahkam kesiyor. Her kafadan bir ses çıkıyor.
Hemen her alanda olduğu gibi...
Futbolda da seviyesi düşük polemikler ve kişiselleştirilmiş eleştiri kültürü almış başını gidiyor.
Meselenin bütününe bakmak, sorunun temeline inmek, sorgulamak ve çözüm yolları aramak gibi girişimler üzerinden başarının anahtarını elde etmek yerine...
Nedenlerine bakmaksızın...
Sonuç üzerine inşa edilen algının 'günah keçisi' ilan ettiği kişi ya da kişiler 'Vurun abalıya' misali hedef tahtasına oturttularak toplumsal linçe maruz bırakılıyor.
Halbuki ortada ciddi bir 'paradoks' söz konusu...
Öte yanda herkes kendi doğrusunu kabul ettirmenin derdine düşmüş.
Evet, isimlere takılıyoruz. Türk futbol gündemini daraltıyor ve bu yöndeki düşüncelerimizi sığlaştırıyoruz.
Şimdi bu yazıda...
Türk futbolunun geldiği vahim noktada pay sahibi olanları şöyle bir sıralamaya kalksak...
Listeyi olabildiğince uzatmak mümkündür.
Lakin bu saatten sonra isimler üzerinden konuşmak gereksizdir. Zira isimler dikkatimizi kişisel odaklıyor. Oysa toplumsal bir olgudan söz ediyoruz.
Kaldı ki isimler üzerinden gidecek olsak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en zirvesinde; futbol kökenli bir isim, yani sayın Recep Tayyip Erdoğan bulunuyor.
Ve futbolu bilen bir cumhurbaşkanımız olmasına rağmen, son 15 yılda hemen her alanda atağa geçerek zirveye oynayan Türkiye, iş futbola gelince maalesef tel tel dökülüyor.
Türk futbolunda başta yabancı futbolcu kontenjanı olmak üzere inanılmaz hatalar yapılıyor.
Ancak...
Stadyumlara verilen yabancı isimlere dahi tahammül edemeyen Milliyetçi Cumhurbaşkanımız, S.O.S. veren Türk futboluna el atmaktan ısrarla imtina ediyor.
Hadi ben naçizane yerel bir gazeteciyim, yani sayın cumhurbaşkanımızın beni okuması olanaksız!
Fakat hükümete yakınlığı ile bilinen Sabah Gazetesi'nde, meslek duayenimiz sayın Hıncal Uluç da Türk Futbolu'nun MR'nı çeken sayısız yazı kaleme aldı bu son dönemde.
Yine, devlet televizyonumuz TRT'de spor yorumculuğu yapan Cem Dizdar'ın Milli takımımız ile ilgili neler söylediğine bir kez olsun kulak verilmeli...
A Milli Futbol Takımımız, dış mihraklarca sürekli kutuplaştırılmaya çalışılan Türk halkını birleştirici güce sahip ender değerlerimizden biridir. Ve bu kadim değerimiz göz göre göre erozyona uğratılıyor.
İlaveten...
Simon Kuper'in ilk defa 1994 yılında yayınladığı "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" kitabında aktardıklarını doğrularcasına...
12 temmuz 2017 tarihinde, Sabah Gazetesi'nin ekonomi yazarı Özlem Doğaner de "Ver Kırmızıyı" başlığı altında ekonomi-futbol denklemi üzerine nefis bir yazı kaleme almıştı.
"Ekonomiyi bir bütün olarak büyüteceksek futbol gözardı edilmemeli" diyerek, ekonomist/gazeteci gözüyle Türk futbolunun adeta fotoğrafını çeken Özlem Doğaner'in yoğun gündem arasında kaybolan o yazısı, okuduktan sonra kesip sakladığım ender yazılar arasında...(mutlaka siz de okumalısınız)
JUPP DERWALL NE DEMİŞ?
İsterseniz başa dönelim ve yalın tespitler üzerinden; Türk futbolunu konuşmaya kaldığımız yerden devam edelim.
Türk futboluna hayatını adamış isimlerden Yılmaz Vural'ın 'İnadım İnat' adlı otobiyografi kitabında naklettiği ilginç bir anekdot var.
Yılmaz Hocam, muasır Türk futbolunun mimarı olan Jupp Derwall ile kendi arasında geçen bir veda diyalogunu şöyle naklediyor:
"...Bizde genelde yabancı bir teknik adamı on binler karşılar ve birkaç kişi uğurlar. O birkaç kişiden biri de bendim.
Jupp Derwall'i uğurlarken 'Hocam Türkiye'de ne öğrendin?' diye sordum. Cevabı ilginçti:
>"Bu ülkede başarılı olan, dünyanın her yerinde başarılı olur. Burada her şey insana dayalı.
Avrupa'da önce iş, sonra insan gelir. Sistem böyle işler ve başarının sırrı prensiplerdedir.
Türkiye'de tam tersi. Burada insanı işe adapte etmek çok zor. Herkes duygularıyla hareket ediyor. Ben gidiyor ve kurtuluyorum. Size kolay gelsin."< (İnadım İnat / Sayfa 140 / İnkılap Yayınları)
Dikkatinizi çekerim, diyalog 1988 yılında geçiyor. Aradan yaklaşık 30 yıl geçmiş, pekala Türk futbolu için değişen bir şey var mı?
YENİ NESİL KOMEDYENLER...
Devam edelim...
Türk futbolunun içine düştüğü durumu anlamak için alim olmaya gerek yok.
Öyle ki, futbolun F'sinden anlamayan insanlar bile, ulusal başarısızlığın yabancı futbolcu çokluğundan kaynaklandığına işaret ediyor.
Halbuki...
Aydemir Akbaş ve rahmetli Kemal Sunal gibi oyunculukta usta isimler, başrol oynadıkları çeşitli filmlerde ne de güzel hicvetmişlerdi, Türkiye'nin yabancı futbolcu hayranlığını...
Ne yazık ki, günümüz komedyenleri, üstlendikleri milli misyonun farkında olmamakla birlikte böylesine toplumsal konularla pek ilgili değiller.
FRANK RİJKAARD NE DEMİŞTİ?
Bu yazıyı kaleme almadan önce not defterime şöyle bir göz attım ve satır aralarında şu anekdot gözüme ilişti.
Dünyaca ünlü eski futbolcu Frank Rijkaard, Galatasaray'ın Teknik Patronluğunu yaptığı dönemde; Türk futbolunu şöyle tanımlamıştı: "Aslında her şeyden biraz var Türk futbolunda... Ama hiçbir şey tam yok. Bu işi hem zorlaştırıyor hem de komplike hale getiriyor."
Frank Rijkaard'ın bu tespitine katılmamak mümkün mü?
Güçlü taraftar var, ama iyi gün dostu.
Nitelikli futbolcular var, ama istikrar yok.
Başarılı hocalar var, ama arkalarında duran yok.
Hırslı yöneticiler var, ama çoğunlukta bencil.
Analiz gücü yüksek medya var, ama sonuç/skor odaklı işliyor.
Velhasılıkelam...
Oturdukları koltuğa adeta yapışan kulüp başkanları haricinde, Türk futbolunun her hangi bir alanında sergileyebildiğimiz tek bir istikrar noktası var mı?
Örneklemek gerekirse...
Birkaç hafta öncesine kadar yerin dibine sokulan İgor Tugor, bugün Galatasaray camiasında kahraman olarak gösterilmiyor mu?
Ayrıca...
Türk futbolunu geliştirmeye yönelik hiçbir müdahale uzun vadeli yapılmıyor.
Günü kurtarmaya yönelik çabalar da Avrupa Futbolu'nun "Hasta Adam"ı olan Türkiye'yi ayağa kaldırmaya yetmiyor.
Teşbihte hata olmasın!
Böyle giderse...
Bir zamanlar cenk meydanlarında savaştırmak üzere gayrimüslimleri devşiren Osmanlı Devleti gibi, Türkiye Cumhuriyeti de milli takımda oynatmak üzere ülkemize gelen siyahi futbolcuları Türkleştirmeye mecbur kalabilir.
Çünkü sığ yaklaşımlar ve konjonktürel tutumlar Türk futbolunu her geçen yıl biraz daha uçurumun kenarına sürüklüyor.
Dün Fatih Terim'i taşladık, yarın Lucescu'yu taşlarız. Öbür gün de bir başka hocayı...
Birileri 'cambaza bak cambaza bak' misali gemisini yüzdürür, biz de toplum olarak kahrolduğumuzla kalırız.
Sözün özü:
Türk futbolunda reforma gitmediğimiz ve teknik direktörler kötü, oyuncular kötü, hakemler kötü, federasyon kötü, taraftar kötü, spor medyası kötü muhabbeti yaptığımız sürece...
Biz havanda daha çok su döveriz.
Hal böyle olunca...
"Köküne kibrit suyu" tabiri yerinde midir acaba?
Not: Ukrayna-Türkiye maçını değerlendirmek üzere klavye başına geçtim ama yaşadığım yoğun duygular, beni fırtınaya yakalanmış bir gemi gibi oradan oraya savurdu.
Ne var ki, Ukrayna maçını bir kaç kelimeyle yorumlamak mümkün!
Hezimet, utanç verici, küçük düşürücü...
Şöyle düşünün: Türkiye karşısında izlediğiniz Ukrayna Milli Takımı'nda, Türkiye'de tuttuğunuz kulübe gelmesini arzu edeceğiniz tek bir futbolcu var mı?
Ben şimdiden tüm oyuncuların adını unuttum bile.
Halbuki bizde dünya devi takımlarda oynayan yıldız futbolcular var değil mi?
İşte işin püf noktası da burada zaten: Futbol takım oyunudur. Takım olmayı başaramıyorsanız, kadronuzda Lionel Messi ya da Cristiano Ronaldo olmuş ne fayda?
Hasan Eser / 03 Eylül 2017
YORUMLAR