Hasan Eser / 29 Haziran 2017 -
Hani hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı?
Hani başkanlık sistemi gelince ‘Türkiye’ daha da demokratikleşecekti?
Hani bürokratik oligarşiye son verilecekti?
Hani israf muslukları kapanacaktı?
Ben bu soruları sorduğumda “Bekle ve gör, her şeyin bir zamanı var.” diyor AK Partili yakın dostlarım.
Ancak…
Önce 15 Temmuz’da işgal girişimini püskürten ve daha sonra 16 Nisan’da tercihini ‘Evet’ten yana kullanarak ‘Anadolu Halk İhtilali’ni gerçekleştiren necip Türk halkı sabırsızlıkla bekliyor.
Halk, 2002’den bugüne ‘Yeni Türkiye’ hayaliyle AK Parti hareketini destekliyor.
Sınırsız bir güven duygusu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir dediğini iki etmeyen halk, Erdoğan’a istediği her yetkiyi sorgusuz-sualsiz teslim ediyor.
Ne var ki eğitimde, sağlıkta, ulaşımda vs olduğu gibi; halk, işleyişte de artık icraat görmek istiyor.
Sırayla gidelim…
Yukarıda Allah var. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve tüm valilerimiz, devlet memurlarına, “Vatandaşa devletin güler yüzünü gösterin” diyerek, defaatle uyarılarda bulunuyor.
Ama…
Bu uyarıları, sırtını 657’ye dayamış, ‘top atsalar beni yıkamazlar’ anlayışıyla çalışan devlet memurları ne kadar dikkate alıyor?
Bazı memurlar var ki, devlet dairesine işi düşen vatandaşa "köpek muamelesi" yapmaya bayılıyor.
Evet, zaman zaman kötü muameleye maruz kalan halk, “Halkın gücünün üstünde bir güç tanımam” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yücelttiği, baş tacı yaptığı Türk halkının ta kendisidir.
Gelelim israf ekonomisine…
Türkiye’nin tabir yerindeyse saadet zincirine dönüşen bazı belediyeleri ne zaman mercek altına alınacak?
Tüyü bitmemiş yetimin hakkını dilediği gibi harcayan belediyeler, sonsuza dek birer beylik, tekfurluk gibi mi yönetilecek?
Vatandaş verdiği verginin karşılığını (yeterli hizmeti) ne zaman alacak?
Halk, belediye başkanları ve siyasi ekipleri rahat bir yaşam sürsünler diye mi vergi ödemek zorunda?
Üretimi tembelleştiren, toplumu hazıra alıştıran belediyeler daha ne kadar ‘tek geçim kapısı’ olarak görülecek?
Belediye çatısı altında elzem işlerde çalışıp emeğinin karşılığını alanlara helal hoş olsun, ama siyasetten aldığı güçle; bir yumurtayı beş kişi taşıyıp çalışıyormuş gibi yapanlara ne demeli? Şişirilmiş belediye işçi kadrolarından bahsetmiyorum bile.
Tamam! ‘Belediyeler kapatılsın, lav edilsin!’ demiyorum. Ancak israf musluklarını bir nebze de olsun kısabilmek adına denetim mekanizmasının daha da güçlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Daha önce de yazdım! Belediyeler Türkiye’nin sırtında kamburdur.
Öyle ki bir belediye başkan adayı 3 bin TL maaş almak için seçimlerde 3 milyon TL harcayabiliyorsa, ortada ciddi bir muamma var demektir.
Bir de demokratikleşme konusuna değinelim…
Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Yasası değiştirilmediği sürece...
Türkiye'de demokrasi ‘topal’ kalmaya devam edecektir.
Halk, genel başkanların Ankara’dan seçmene dayattığı belediye başkan ve milletvekili adaylarına sözde oy vermekten bıktı.
Bu sistemin adına ‘seçim’ denilemez. Bu tamamıyla ‘onay’ verme işlemidir-ki asıl seçiciler genel başkanlardır- Halkın işlevi ise genel başkanın belirlediği isimleri onaylayarak listelere meşruiyet kazandırmaktan öte değildir.
Öte yandan yüzde 10 seçim barajı da tam bir garabettir. Barajın altında kalması muhtemel olan partilere gönül veren insanlar iki partiden birine oy vermeye mahkûm edilmektedir.
Dolayısıyla artı bir oy ile Cumhurbaşkanı seçecek olan bir ülkede; yüzde 10 baraj uygulaması gibi antidemokratik bir uygulama asla kabul edilemez.
Ayrıca…
Türkiye'de, tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi, yerel seçimlerde de iki turlu seçim sistemi uygulanmalıdır.
Kendi yaşadığım şehirden, Foça’dan örnek vereyim! 2014’te 19 bin seçmenden 6 bin küsurun oyunu alarak belediye başkanlığına seçilen Gökhan Demirağ, eğer çift turlu seçim sistemi uygulanıyor olsaydı bugün belediye başkanı değildi.
Son olarak…
Bazı şehirlerimizin siyasi yapısına dikkatlice bakınız.
Mesela İzmir’i inceleyebilirsiniz.
İzmir halkı, Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olduğu günden bugüne yapılan her genel seçimde ithal milletvekili adaylarına oy vermek durumunda kaldı.
Demek o ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın da sıklıkla işaret ettiği dar bölge seçim sistemine mutlaka ve mutlaka geçmemiz gerekiyor.
Neden?
Şöyle düşünün: siyasi partiler yerel seçimde belediye başkanlığına aday göstereceği ismin yörede tanınan, bilinen, sevilen ve güvenilen bir isim olmasına özen gösterir.
Çünkü halk yaşadığı şehri yönetecek olan belediye başkanının ‘ithal’ olmasına tahammül edemez.
Bunun içindir ki ‘dar bölge sistemi’ uygulanmalıdır. Bu sayede tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi, milletvekili seçimlerinde de isimlerin önemi ortaya çıkacaktır. Yani ‘ithal aday’ dönemi büyük ölçüde tarih olacaktır.
Sözün özü: halk bugüne kadar üzerine düşen her görevi eksizsiz yerine getirmiştir. Görev sırası ise Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dadır.
YORUMLAR