İzmir'in Karşıyaka ilçesinde yaşayan bir yakınımın 3+1 büyüklüğünde bir dairesi var.
Oldukça yaşlı bir binada yer alan dairenin yakınım olan sahibiyle sohbetlerimizde konu ne zaman depremlerden açılsa “Niçin kentsel dönüşüme girmiyorsunuz?” diye soruyorum kendisine.
Ve her seferinde aynı cevabı alıyorum: “3+1 olan dairelerimizi niçin 2+1’e düşürelim…”
30 Ekim Cuma günü İzmir'de meydana gelen ve can kayıplarına neden olan 6.6’lık depremin ardından bir kez daha aynı soruyu sordum o yakınıma.
Ve ekledim: “Fikrinizde herhangi bir değişiklik var mı?”
Ne dese beğenirsiniz?
“Dur bakalım zaman ne gösterecek...”
‘Hadi bakalım’ demek yerine ‘Dur bakalım’ demeyi tercih etmek…
Maalesef bu yaklaşım sadece yakınım olan o kişiye değil, toplumun ekseriyetine ait.
Uzmanlar, akademisyenler, siyasetçiler, gazeteciler ve aklı selim her bir vatandaş tane tane anlatıyor, uyarıyor, altını çiziyor; ama dikkate alan kim!
Kıssadan hisse…
Canı hurma çeken Arap, yüksek bir hurma ağacına tırmanır ve doyasıya yer.
Ne zaman ki yere inmek ister, yükseklikten dolayı yüreğini bir korku kaplar.
Ve başlar dualar etmeye, adaklar adamaya: “Ya Rabbi! Eğer ayağım yere değer ise senin için bir deve keseceğim…”
Ama o da ne!
Arap yere yaklaştıkça deveyi ineğe, ineği koyuna, koyunu horoza düşürür.
Derken kendini sağ salim yerde bulan Arap, fikrini değiştirir ve şöyle der: “Ya Rabbi! Arap fakir, kurban mafiş.”
Ülkede ne zaman büyük bir deprem olsa, görüp de görmezlikten gelenler gözlerini fal taşı gibi açıyor, duyup da duymazlıktan gelenler bir anda pür dikkat kesiliyor.
Acilen kentsel dönüşüme ihtiyacı olan şehirlerin belediye başkanları, “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak… kabilinden açıklamalar yapıyor.
Eski binalarda ikamet ederek yaşamını riske eden vatandaşlar da Türkiye'nin deprem gerçeğiyle bir kez daha yüzleştiklerini ve ne pahasına olursa olsun, gerekli önlemi alacaklarını söylüyor.
Peki ya sonuç?
“Şöyle olacak, böyle yapacağız…” diyen siyasetçilerin sözleri yine lafta kalıyor.
“Bugünü atlattık, yarına Allah kerim...” misali…
Depremi bir şekilde kayıpsız atlatan vatandaş da “Dur bakalım…” diyor.
Maddi çaresizlikten dolayı kaderine teslim olanlara ne diyebiliriz ki?
‘Maddi çaresizlik’ konusunda, Deprem Bilimci Prof. Dr. Ahmet Ercan’ın “Yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır” ifadesi aslında her şeyi özetliyor!
Fakat benim değinmeye çalıştığım daha başka bir eğilim!
Nuh Nebi’den kalma binada yaşayan vatandaş ne zaman depremle burun buruna gelse, nedamet getiriyor. Deve adayan Arap misali, “Yarından itibaren ilk işimiz binadan karot/numune aldırmak olsun” diyor. Ta ki tehlike geçene ve yeni bir deprem olana kadar!
Tabii kendi kendine verdiği sözü yerine getirenler de oluyor!
Vatandaş oturduğu binanın dayanıksız olduğunu bizatihi kendi eliyle tescil ediyor; ama gereğini yapmak yerine sürekli ertelemeyi tercih ediyor.
Gelelim asıl konumuza…
Devam eden Koronavirüs sürecinde de bir kez daha teyit ettik ki “Bana/bize bir şey olmaz” algısı bizim toplumun genlerinde var.
Covid-19 salgını, heyelan, sel, tsunami, deprem ve benzeri felaketler…
Herkes her şeyi biliyor aslında!
Haksız mıyım?
Çürük binalarda yaşamanın, dere yatağına ev yapmanın ya da salgın döneminde tedbirsiz davranmanın ne gibi tehlikeli sonuçlar doğuracağını gerçekten bilmeyen var mıdır?
Ne yazık ki bahaneler üretme, kendi kendini kandırma ve her şeye bir açıklama getirme konusunda bazı insanlarımız pek bir mahirler.
Zaten hemen her durum karşısında kullanabileceğimiz deyim ve atasözlerimiz, dağarcığımızda hazır kıta bekliyor. İşimize geldiğinde, ‘İyi insan lafın üstüne gelir’ diyoruz. İşimize gelmediğinde ise ‘İti an çomağı hazırla.’
İlk satırlarımda bahsettiğim yakınıma güzel güzel anlatıyorum.
Depremin gündemde olduğu günlerde, ilahi ikazdan bahsediyor ve ekliyor: “Tedbir bizden, takdir Allah’tan”
Deprem konusu soğumaya başladığında ise plağı tersine çeviriyor: “Alnımızda ne yazıyorsa o olacak, ölüm kapıya geldikten sonra bizi her yerde bulur…”
Evet, bazı insanlar tedbir ve tevekkül dengesi işine geldiği gibi değerlendiriyor.
İzmir depremi üzerine çok sayıda yorum okudum.
İstanbul Teknik Üniversitesi Maden fakültesi Jeoloji Bölümü öğretim Üyesi Prof. Dr. Cenk Yaltırak’ın görüşlerini Habertürk’teki köşesine taşıyan Nagehan Alçı’nın “Depremden depreme hatırlamak neye çare?” başlığı altında kaleme aldığı yazı, dikkatimi çekenler arasında…
İzmir depreminin korkulan İstanbul depremini tetikleyip tetiklemeyeceği yönündeki soruya şöyle yanıt veriyor Prof. Dr. Cenk Yaltırak: “İstanbul’u ve deprem gerçeğini ancak bir yer sallandıkça hatırlıyoruz. Hep unutmak için bahane oluyor. Ama maalesef unutma lüksümüz yok.”
Nagehan Alçı, katıldığı TV programlarında da defaatle vurguladı bu “unutma” konusunu. Ama ne fayda!
Amerika’daki başkanlık seçimleri, Berat Albayrak’ın istifası derken, biraz çabuk unutmadık mı İzmir’deki deprem felaketini?
Son olarak…
İzmir’de yanlış bir algı var!
İzmir’i sürekli CHP’nin kazanıyor olmasını sadece ideoloji üzerinden açıklamak, kocaman bir yanılgıdan ibaret.
İzmir’deki çarpık yapılaşma herkesin malumu.
Peki, yaşamını İzmir’in kenar mahallelerinde sürdüren insanların neden CHP’ye oy verdiğini hiç düşündünüz mü?
Mesela benim ilçemde (Foça’da!) toplumun kahir ekseriyeti mevcut düzenin devamı için oy veriyor CHP’ye.
Evet, Foça Belediyesini kazanmanın yolu, Foça’ya hiçbir şey yapılmayacağını vaat etmekten geçiyor.
Demem o ki, İzmir’de eğer derme-çatma bir binada oturuyor olsaydım, kentsel dönüşümde son derece kararlı yönetimlerin iş başına gelmesini ben de istemezdim. Hatta mevcut düzenin devam etmesi için elimden geleni yapardım. Nihayetinde geçim dünyası…
Bu arada, İzmir Büyükşehir Belediyemiz de 30 Ekim’de yaşanan deprem felaketinden alınacak dersler ve geleceğe yönelik önlemleri kapsayan bilimsel bir çalışmaya ev sahipliği yapıyormuş.
Tebrik ediyorum!
'Külliyen toplantı, harfiyen talimat, mafiş icraat, amma velakin bol bol ikram' olmaz inşallah!
Hasan Eser / Mahalli Gündem.com
YORUMLAR