Kitap hediyeleşmeyi çok sever ve önemserim.
Geçenlerde kaleme aldığım, "Futbol kökenli cumhurbaşkanımız var ama... " başlıklı yazımda...
Okuduğum bazı futbol konulu kitaplardan bahsetmiştim.
Aliağalı bir okurum, (bürokrat olduğu için ismini veremiyorum) beni bu yazı üzerine telefonla aradı.
Futbolun kültürel ve folklorik tarafını da incelemem gerektiğini tavsiye etti.
Yetmedi! Bir de bir kitap hediye etti.
Kitabın adı: Kârhanede Romantizm
Gazeteci-yazar Tanıl Bora'nın kaleme aldığı bu kitabı bir nefeste, hiç sıkılmadan okuduğumu söyleyebilirim. (Futbolseverlere tavsiye ederim)
Derken...
Önsöz'de kitabın isim babası olduğunu öğrendiğim Hakan Kulaçoğlu'nun 'Kârhanede Romantizm' kitabına atıfta bulunduğu bir köşe yazısına Fotomaç arşivinden ulaştım.
Şimdi...
www.fotomac.com.tr arşivinden 22 Ağustos 2011 tarihli bu yazıdan bazı bölümler aktarmak istiyorum:
"(...)Bu ülkenin futbolu, bazılarının güç ve paraya tapma huyu nedeniyle koca bir karhaneydi, öyle de kalacak gibi görünüyor (.. .)"
"(...)Kârhanede sevgi, aşk olur muydu, ey biz safçanalar! Orası işyeriydi; biri işini yapacak, diğeri işini görecek, herkes keyfine bakacaktı(...)"
Bu noktada...
Kârhane çerçevesine oturtularak futbol alemi üzerine yazılan bu satırlar, zihnimde metaforik düşüncelere yol açtı.
Aklıma ilk anda eski dostlarımdan "Çarli " geldi.
Ben, "Çarli" deyince...
Aklınıza melekleri olan sinema karakteri ya da bir dönem dizilerde rol alan maymun "Çarli" gelmesin!
Zira bahsettiğim isim, gerçek insan olmakla birlikte "Çarli" lakabıyla anılırdı.
"Çarli" şakacı ve muzip bir mizaca sahipti. Müstehcen sözlü şakalar yapmayı sever, en ağır şakaları da hoş karşılardı.
Çarli, annesi üzerinden yapılan şakaları şöyle mukabele ederdi: "Evet, benim annem orada, ama namusunla çalışıyor!.."
İşin latifesi bir yana...
Ne Tanıl Bora ile Hakan Kulaçoğlu'nun futbol üzerine betimlemeleri, ne de bizim Çarli'nin hayata olan pişkin bakış açısı...
Hepsi/ tamamıyla teşbihten ibaret!
(Bilindiği üzere teşbih benzetme demektir. Bunun içindir ki halk arasında ‘teşbihte hata aranmaz’ deyimi çok sık kullanılır. Zira benzetme de, hitabette ya da namede anlatılmak istenileni daha etkili ve anlaşılır şekilde aktarmak için yapılabilir. Bazen benzetmeler yanlış algılansa da aslında benzetmeyi yapanın amacı kırıcı olmak değil, sadece ortaya daha anlaşılır bir örnek koymaktır. Bu anlamda ön yargılı olmak yerine objektif bakmak gerekir. Yani Teşbihte hata da olabilir!)
An itibariyle...
'Bu velet acaba sözü getirip nereye bağlayacak!' diye terennüm ettiğinizi şimdiden duyar gibiyim.
Öyleyse uzatmayalım!
Bir diğer konuya gelelim...
Bazı zati muhteremlerin yedikleri önlerinde, yiyemediklerini de istif etmekle meşguller.
Nasıl olsa kapağı atmışlar bir kere yağlı kapıya, bu dünyada kıymık batmaz onların gözüne.
Peki...
Tarlada, dağda, bağda, pazarda, denizde, inşaatta, şantiyede, sanayide, vs...
Hülasa...
Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden emek yoğun işlerde çalışanlar ne yapsın?
Evet, bazı zati muhteremlerin hiç yorulmadan ayda-haftada kazandığını yılda kazanmaya çalışan emekçilerden bahsediyorum!
Lütfen, hiç kimse bana eğitim farkından filan bahsetmesin!
Kaldı ki kim takar liyakati?
Misal, belediyelerde vasıfsız işlerde çalıştırılan nice yüksek okul mezunları yok mu?
Bir çok alanda geçer akçe "siyaset" değil mi?
Yorulmadan kazanç mı istiyorsunuz?
İki şık var:
1- Siyaseten ardınız güçlü olmalı.. Parti'nin üst kademelerinde yakınlarınız olacak, ya da oy potansiyeli güçlü bir aileye mensup olacaksınız. Her türlü belediyeye kapak atarsınız!
2- Tehdit unsuru olmalısınız. (Gazeteci vs)
Fıtratınız müsaitse gerisi kendiliğinden gelecektir.
Yeterince güçlüyseniz, bankamatik personel bile olabilirsiniz. Yani hiç çalışmadan maaş alırsınız.
Altınıza sunulan arabadan yediğiniz yemeğe, içtiğiniz sudan temel ihtiyaçlarınıza kadar her imkandan faydalanabilirsiniz.
Ha! İş lafa gelince!..
Mezkur kişiler, tüyü bitmemiş yetim hakkından dem vururlar. Bir an da dürüstlük abidesi kesilirler.
"Çoluk çocuğuma hiç ama hiç haram lokma yedirmedim" edebiyatı yapmayı çok severler.
"Bizim burada taşın altına elimizi koymamızın nedeni, beytülmala sahip çıkmaktan öte değildir" (!) lütufkarlığıyla övünürler.
Tanıl Bora'nın futbol teşbihiyle: Karhanede romantizm
Hazır yeri gelmişken...
Malumunuz!
Yüzde 40'lık MTV zammı halkın tepkisini çekince...
Maliye Bakanı Naci Ağbal, Motorlu Taşıtlar Vergisi'ne yapılan zammın savunma harcamaları için olduğunu açıkladı.
Ben şöyle anladım: "Vatandaş olarak fedakarlık yapmalısınız! Bunu milli bir tasarruf olarak görmelisiniz"
Uzatmayalım...
İnsan ister istemez sormadan edemiyor:
-Vatandaşın sırtında yeterince yük yok mu?
-Amaç: gerçekten tasarruf mu?
Yanıt "evet" ise...
Yapılması gereken belli!..
"Belediyeni kasası deniz, yemeyen bizden değil" şiarıyla hareket edenler yerel yönetimlerden temizlenmeli. (tespitler istihbarat çalışmaları üzerinden olmalı)
Ve belediyelerde "Niagara Şelalesi" gibi akıtılan israf muslukları kökünden kesilmeli...
Sözün özü, devletin sırtına kambur olan yerel yönetimler, özellikle de namusunla çalıştığını vurgulama gereği duyan belediyeciler mercek altına alınmalı.
Velhasılıkelam...
Türkiye'nin muhtaç olduğu kudret, siyasi güç devşirmek, kendi etrafını mutlu etmek, biraz da dünyalık yapma amacıyla lüzumsuz yere harcanan kaynakların kontrol altına alınmasında mevcuttur.
Hasan Eser / 03 Ekim 2017
YORUMLAR