Yaşadığım kasabadan, Foça'dan biliyorum!
Gaz veren çok olur da sözünde duranı ara ki bulasın!..
Belediye başkanlığına aday olman için sana telkinde bulunanlar, adaylığınızın vuku bulduğu gün 180 derece çark ederler.
Bir an da kalabalıklar içinde yalnız kalırsınız.
Daha düne kadar "yürü be koçum arkandayız" diyenlerle iletişim kurmaya çalışırsınız.
Bir kaç klişe temenninin ardından "ama" ile başlayan "bence" ile devam eden nasihatler alırsınız.
Dolayısıyla...
Siyasetin nankör yüzünü ancak yaşayan bilir.
Doğrusunu söylemek gerekirse...
Seçmenin büyük bir bölümü; gücü elinde bulundurandan yana olmayı sever.
"Kral çıplak" diyebilenler de genelde tuzu kuru olanlardır.
Gerçekleşen ya da gerçekleştirileceği vaat edilen hizmet parametreleri sadece apolitik ve bilinçli olan seçmenin yönünü tayin eder.
Geriye kalanlar da, tercihlerini ideoloji kavramından hareketle belirler.
Gelelim asıl konuya...
Türkiye'de bugüne kadar yüzlerce siyasi parti muhtelif isimlerle kuruldu.
Hali hazırda 87 tane siyasi partimiz var:
Osmanlı Partisi, Birleşik Devrimci Parti, Çoğulcu Demokrasi Partisi, Müdafaa-i Hukuk Hareketi Partisi, Büyük Anadolu Diriliş Hareketi Partisi, AK Parti, CHP, MHP, HDP...
Türkiye'de parti'den bol ne var?
Hangi birini sayalım-ki say-say bitmez!..
Ancak maharet, parti kurmakta değildir.
Bu sözün ardından...
'Önemli olan iktidara taşıyabilmektir' şeklinde bir klişe kullanacağımı düşündüyseniz, yanıldınız!
Evet, haklısınız! O zaman konuyu biraz açmakta fayda var.
Türkiye'de hiç kimse/parti bir yerlere tesadüfen gelemez.
Velev ki gelmiş olsun.
Mutlaka altında yatan bir hesap vardır.
Örneğin, bir kısım medyanın defaatle ve ısrarla birilerini iktidara taşımak istemesi gibi.
Öte yandan...
Mezkur tesadüflere, bazı olaylar silsilesi de zemin hazırlayabilir.
Öyle ki, tek parti rejimi Demokrat Parti iktidarına, 1960 darbesi Adalet Parti iktidarına, 1980 darbesi ANAP iktidarına, 1997 post-modern darbesi de AK Parti iktidarına zemin hazırlamadı mı?
Peki hiçbir tesadüf olmaksızın, kendiliğinden gelişen alternatifleri nasıl yorumlamalıyız?
Peşinen söyleyeyim, iktidarın güçlü olduğu bir ortamda alternatif bir oluşumun sonu hüsrandır.
Cumhuriyet'in ilk döneminde, halktan önemli destek görerek kısa sürede iktidara alternatif olduğu için kapatılan Terakkiperver Fırka ile Serbest Fırka'nın akıbeti buna yerinde bir örnektir.
Çok partili hayat kaçınılmaz olunca da...
Güçlü ya da güçlenen partiler, 1960'tan itibaren darbe, muhtıra ve Anayasa Mahkemesi marifetiyle yok edilmediler mi?
Şimdi bir de yakın geçmişten alternatif olmaya aday olanları hatırlayalım.
Cem Boyner 'Yeni Demokrasi Hareketi'ni, Cem Uzan 'Genç Parti'yi, İsmail Cem 'Yeni Türkiye Partisi'ni, Abdullatif Şener 'Türkiye Partisi'ni, Numan Kurtulmuş 'Has Parti'yi, Emine Ülker Tarhan 'Anadolu Partisi'ni kurmuştu.
Erkan Mumcu bir dönem Anavatan Partisi'ni, Süleyman Soylu ise Demokrat Parti'yi canlandırmaya çalışmıştı.
Mustafa Sarıgül 'Türkiye Değişim Hareketi'yle önemli bir çıkış yakalamış ama iş ciddiye binince geri adım atmıştı.
(Bunlar ilk anda aklıma gelen isimler. Mutlaka unuttuklarım vardır)
Hülasa...
Olmadı! Tutmadı! Evdeki hesap çarşıya uymadı.
Çünkü saydığımız isimler, her ne kadar dönemin birbirinden güçlü isimleri olsalar da, siyasi arenada tek bir ismin herşey, ama aynı zamanda hiçbir şey olmadığının en somut örneği oldular.
Ki liderliğe oynayan bu isimlerin aslında en büyük başarısızlığı, kurdukları çatı altında yeterince güçlü isimleri bir araya getiremeyişleridir.
Demem o ki, AK Parti de 2002'de tesadüfen iktidara gelmiş bir parti değildir.
2001 ekonomik krizi yepyeni bir iktidara zemin hazırlarken...
Milli görüş cenahı 28 Şubat'ın mağduriyetini yaşıyordu. Erbakan'ın veliahdı olarak görülen Recep Tayyip Erdoğan da şiir okuduğu için ceza-evindeydi.
Bu sayede...
Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Binali Yıldırım ve Hayati Yazıcı gibi birbirinden önemli isimler tarafından Erdoğan'ın liderliğinde kurulan AK Parti, iktidarın en güçlü ve doğal alternatifi olmuştu.
Pekala...
Recep Tayyip Erdoğan, mağdur durumuna düşürülmesiydi ve o dönem bunca önemli isimi bir araya getirememiş olsaydı, partisi daha ilk seçimde tek başına iktidara gelebilir miydi?
Erdoğan, elbet bir Cem Uzan gibi PR gücüyle ortaya çıkmış bir isim değildi.
Kılıçdaroğlu gibi, köklü bir partinin genel başkanlığına tepeden indirilmiş bir isim de değildi.
Medyanın gazlamasıyla vücut bulmuş bir isim hiç değildi.
Siyasetin basamaklarını birer birer çıkan Erdoğan, her şeyden önce bir hareketin lideriydi. İşte o siyasi hareket Erdoğan'ı bugünlere taşıdı.
Yineliyorum! Tesadüfen gelmedi.
Siyasetin doğası gereği...
Yola birlikte çıktıklarını, bazen yolda bulduklarına değişmiş olabilir.
Zaman-zaman hatalı ittifaklar da yapmış olabilir.
Ama bir gerçek var ki, oyunu kuralına göre oynuyor.
Rakibi olmasını istediği kişiyi sürekli eleştirmek suretiyle gündemde tutuyor.
Yani bir anlamda kendi rakibini yine kendisi tayin ediyor.
Parti içinde ise, özellikle de değişim zamanı geldiğinde, karşısındaki kim olursa olsun iltimas geçmiyor. Ki O'nu o yapan özelliklerden biri de bu olsa gerek.
Özetle...
Erdoğan, bana göre, 2002 öncesine kadar ülkede ve milli görüş hareketi içinde, yolunda gitmeyen işleri yoluna koyan kadronun kendi içinde verdiği iktidar mücadelesinden galip çıkan isimdir.
Çok uzun bir girizgah yaptığımın ve konuyu biraz dağıttığımın farkındayım ama bu örnekleri de vermek zorundaydım.
Evet, başlıktan da anlaşılacağı üzere lafı Meral Akşener'in müstakbel partisine getireceğimi biliyorsunuz.
Son günlerde bu konuda okurlarımdan sıkça e-posta alıyorum.
Çarşıda-pazarda karşılaştığım insanlar da soruyor.
Hatta fikrime başvuran, bazı tatlı su siyasetçileri de var. Tabii onların telaşı erken yer kapabilmek...
Velhasılı...
Hemen herkesin yanıt aradığı soru şu: Meral Akşener'in kuracağı parti tutar mı?
Yahu soruyu soruyolar ama naçizane fikrimi söyleyince de hemen küsüp-darılıyorlar.
Bazı insanlara duyması gerekeni değil, duymak istediğini söylerseniz sizden iyisi olmuyor.
Ayrıca...
Göle maya çalan Nasreddin Hoca misali "Ya tutarsa" diyerek, pembe hayaller kuranlara da sadece ve sadece gülüyorum.
Uzatmayalım...
Lafı dolandırmadan söylüyorum, daha önce DYP ve MHP'de siyaset yapan, hatta AK Parti'nin kuruluş çalışmalarında bulunan Meral Akşener'in sıfır kilometre bir partide başarılı olabilmesine hiç ihtimal vermiyorum.
Ha! Meral Hanım, mazisi, tabanı ve belli bir oy potansiyeli olan MHP'nin başına geçebilseydi...
CHP'de Atatürk'ün, İnönü'nün, Ecevit'in ve Baykal'ın bakiyesiyle güç bulan Kemal Kılıçdaroğlu'ndan çok daha başarılı olabilirdi.
Bu noktada...
Şayet hayır bloğunun ortak Cumhurbaşkanı adayı olmayı başaramazsa...
Akşener'in MHP, AK Parti ve CHP'den partisine kanalize edebileceği seçmen sayısının en iyi ihtimalle yüzde 10 bandında kalacağını düşünüyorum.
Çünkü Türkiye'de "Ben Karaoğlancıyım" , "Ben Erbakancıyım" , "Ben Demirelciyim" dönemi geride kalmıştır.
Türkiye'de seçmen zihninde, Amerikan sistemini andıran iki kutuplu bir seçim algısı oluşturulmuştur: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar.
Mesela...
"Ben Doğu Perinçek'i çok seviyorum, ne olursa olsun oyumu ona vereceğim" düşüncesi zihinlerden büyük ölçüde silinmiştir.
"Aman oyun/oyum yabana gitmesin" algısı toplumu iki seçenek arasında tercih yapmaya zorunlu kılmıştır.
Seçmen şöyle düşünmektedir: "Maceraya gerek yok! AK Parti'nin karşısında yine en güçlü yapı: CHP..." (ya da tam tersi)
Aslına bakarsanız...
Hayır bloğundan ayrı hareket etmesi halinde...
Meral Akşener'in kendi partisinden Cumhurbaşkanı adayı olması AK Parti'nin işine yarayacaktır.
Neden? Anlatayım!
Önce ki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş'ın CB adayı olması, AK Parti karşıtı güneydoğu oylarının CHP'nin çatı adayına gitmesine engel olmuştu.
Yetmedi! Demirtaş, "cici çocuk" portresiyle sol cenahtan da oy topladı.
Şimdi...
Devlet Bahçeli'ye tepki duyanların AK Parti adayına oy vermesi beklenebilir mi?
O zaman küskün MHP oylarının CHP'ye gitmesine hangi parti engel olabilir?
Aynı durum Kılıçdaroğlu'na tepki duyan ancak AK Parti'ye de oy vermesi mümkün olmayan CHP seçmeni için de geçerli sayılmaz mı?
Şöyle ki: "Kardeşim tamam AK Parti'ye oy verme! Ama madem Kılıçdaroğlu'na kızıyorsun, o zaman kol kırılır yen içinde kalır dememelisin. Yeni partiye bir şans vermelisin"
Diğer taraftan AK Parti'ye küskün oyların da CHP adayına kanalize olmaması gerekmez mi?
Yani, "Ey küskün AK Partili, CHP'nin çatı adayına oy vereceğine yeni partiye ver"
Uzun yazının kısası...
Meral Akşener'in müstakbel partisi küskünlerin kitlesel etkinliğini zayıflatacak bir şemsiyeden ibaret olacaktır.
Fakat yerel seçimler için bu kadar iyimser değilim.
Çünkü CHP'den, MHP'den ve AK Parti'den aday gösterilmeyen mevcut belediye başkanlarının çalacağı ilk kapı Meral Akşener'in kapısı olacaktır.
Bunun içindir ki, yeni parti yerel seçim üzerine yapılan tüm hesapları alt-üst ederek bazı bölgelerde kilit vazifesi görebilir.
Hasan ESER / 14 Eylül 2017
YORUMLAR