Hasan Eser / 23 Ağustos 2017 - Yerel yönetimleri irdelediğim 'Bir şeycik olmaz, hiçbir şey çıkmaz' başlıklı son yazıma olumlu-olumsuz çok sayıda tepkiler aldım.
Olumsuz tepkilerin sahibi, haliyle yerel yönetimlerde statükoyu savunanlar oldu.
Her düşünceye saygı duymak gerekir.
Ancak bu düşünceye malik olanlara diyeceğim şudur:
Sağlıksız düzeni düzeltmeye çalışmak yerine, mevcut düzene biat eden ve düzenden güç devşirmek suretiyle tüm hayatını düzene endeksleyen sömürücüler, düzeni kontrol eden güç el değiştirdiğinde, aynı düzenin altında kalmaya mahkumdurlar.
Gelelim olumlu tepkilere...
Öncelikle...
Eski belediye başkanlarından Bergamalı Hasan Gürsel Altuğ'un yerel yönetimler noktasındaki tespitlerime istinaden; konuya duyduğu hassasiyeti dile getirmesi, yazımı adeta taçlandırdı. Kendisine teşekkür ediyorum.
Aslında bu konudaki tespitlerim yazdıklarımla sınırlı değildi.
Lakin her ne kadar farklı görüşlere sahip olsak da benim en sadık okurum olan kız arkadaşımın ricası üzerine yazılarımı mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışıyorum.
Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.
...Ve yine bir merkezi iktidar örneği üzerinden konuya dalalım.
Bir zamanlar 70 sente muhtaç olan Türkiye, 2002'de AK Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte kısa zamanda IMF'e borcunu ödedi mi?
'Sonsuza kadar bitmez' denilen borç bitti mi? Bitti!..
Demek ki neymiş, kaynaklar doğru kullanıldığında, ülke adam gibi yönetildiğinde, yani isteyince oluyormuş...
Bu bağlamda...
Aynı düşünce borç batağında yüzen belediyelerimiz için de geçerli sayılmaz mı?
Maalesef bir çok belediye başkanımız, tutumlu babanın hovarda oğlu gibi davranıyor.
'Belediyeler bakkal dükkanı gibi yönetiliyor' diyeceğim; ne yalan söyleyeyim, bakkallara haksızlık etmek istemiyorum.
Şöyle düşünün: Belediyeler eğer özel sektör statüsünde olsaydı, bugün Türkiye'de birçok belediyemiz devlet nezdinde 'iflas etmiş' kabul edilirdi. Hatta bu belediyelere TMSF tarafından el konulur, yönetimleri de baştan aşağıya değiştirilirdi.
Ya da konuya farklı bir perspektif'ten bakalım...
2002'de iktidara gelen AK Parti, özelleştirme politikalarını niçin bu kadar benimsedi?
Çünkü, TÜRK TELEKOM, TÜPRAŞ, TEKEL, SEKA ve PETKİM gibi sanayi tesisleri başta olmak üzere geçmişte devlet eliyle yönetilen yatırımların tamamı zarar ediyor, ülkemizin sırtına kambur oluyordu, öyle değil mi?
Halbuki mezkur yatırımların bugün gelinen noktada üretim rekorları kırdığına şahit oluyoruz.
Sebebini anlamak için alim olmaya gerek yok! Zira geçmişte bu yatırımlar, tıpkı şimdilerde bazı belediyelerimizin yönetildiği gibi; "Devlet'in malı deniz, yemeyen bizden değil deriz" anlayışıyla yönetiliyordu.
Peki, hortumları kökten keserek bu zihniyeti yok eden AK Parti, nasıl oluyor da, bazı belediyelerde yeniden hayat bulan bu anlayışa el atmıyor?
Tabii ki, belediyeler ticari amaç güden kuruluşlar değildir ama babanızın şirketi gibi yöneteceğiniz kurumlar da değildir be kardeşim.
"Ben yaptım oldu" diyemezsiniz, fakat içinde bulunduğumuz sistem bunu demenize olanak sağlıyor.
Kaldı ki önceki yazımda da belirttiğim gibi; belediyelerde ve halkta "Bir şeycik olmaz, hiçbir şey çıkmaz" algısı oluşturulmuş bir kere...
Mesela...
Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ, belediye kaynaklarını hoyratça mı kullanıyor?
Foça halkının yorumu belli: "Canım ne var bunda, bal tutan parmağını yalar"
Öte yandan...
Birileri defaatle, Meral Akşener'in son iki yıldır yürüttüğü kampanyanın kaynağını sorguluyor?
Pekala...
Seçilince azami 5 Bin TL maaş için milyonlar harcayan bazı belediye başkan adaylarının kaynağı niçin sorgulanmıyor?
Bazı belediye başkan adaylarına sponsor olmayı kendine görev addeden iş dünyası, öncesi ve sonrasında niçin takibe alınmıyor?
Ayrıca, yeri gelmişken...
'Modern krallık' niteliğinde, yani geniş yetkilere sahip belediye başkanlığına ulaşmak bu kadar kolay olmamalıdır.
Öyle ki, Türkiye'de yerel yönetimler noktasında yapılan seçimler antidemokratik olmakla birlikte manipülasyonlara açıktır.
Görüntü adaylar, gizli ittifaklar ve konjonktürel pazarlıklar her yerel seçimde farklı senaryolar altında tezahür etmektedir.
Bunun içindir ki, mutlaka iki turlu yerel seçim sistemine geçilmelidir. Belli bir barajı geçerek kaybeden belediye başkan adayları da meclis üyesi olarak belediye meclisine girmelidir.
Bu sayede hem muhalefet hem de denetim mekanizması işlevsellik kazanacaktır.
Neyse...
Yazı yine gereğinden fazla uzadı. Benim müstakbel hanım "Yahu bu kadar uzun yazı yazmaya üşenmiyor musun?" diye gene söylenecek bana.
O zaman şimdilik bir virgül koymak suretiyle müsaadenizi istiyorum. Ki Foça'nın serin suları beni bekliyor.
Sevgiyle kalın...
Günün Sözü: “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.” (Mustafa Kemal Atatürk)
YORUMLAR