Hasan ESER / 05 Aralık 2016 - Lafı dolandırmadan peşinen söyleyeyim: şahsi kanaatime göre Türkiye'nin sorunu psikolojik.
Toplumun bir kısmı cinnet sınırını aşmış, psikopatlaşmış.
Bir kısmı da psikopatların bıkkınlık getiren davranışlarından bıkmış, paranoyaya bağlamış.
İnsanlar sokağa çıkmaya, trafikte araç kullanmaya, herhangi bir konuda herhangi bir kişiyle iletişim kurmaya korkar olmuş.
Sokakta yürüyorsunuz, gayri ihtiyari biriyle göz göze geldiniz, yandınız!
Çünkü bu ülkede biriyle göz göze gelmek cinayet sebebi...
Olay genelde şöyle gelişir:
-Hayrola birader niye baktın, bir şey mi var? Hayır, varsa söyle biz de bilelim!-
Alttan alıp bulunduğunuz yeri derhal terk ederseniz sorun yok!
Ama serde kabadayılık var misali…
-Evet, var birader. Ne yapacaksın dövecek misin?- diye karşılık verirseniz, netice malumunuz.
Yine otomobilinizle seyahat ediyorsunuz. Trafik kurallarına riayet eden, sorumlu ve duyarlı bir insansınız. Bunun içindir ki, yasal hız limitini geçmemeye büyük özen gösteriyorsunuz.
Eyvah, bir kez daha yandınız!
Zira siz toplumun bir kısmına göre; trafikte yolları gereksiz yere işgal eden bir safrasınız. Aracınızı yavaş kullandığınız için de, acemi, pısırık ve korkaksınız.
Hatta tam da bu nedenle beyzbol sopasıyla şöyle okkalı bir dayağa hak ediyorsunuz.
Sanki trafikte hızlı gitmek değil de, yavaş gitmek suç ve size ehliyet veren de ayrıca suçlu(!)
Örneğin…
Tek gidiş gelişli bir kara yolunda aracınızla yasal hız sınırında seyir ediyorsunuz. Ardınızdan da tabakhaneye malzeme yetiştirmeye çalışan bir araç geliyor. Ancak karşı yönden sürekli araç geldiği için de sizi bir türlü sollayamıyor.
Hal böyle olunca tabakhane pilotu, çılgına dönüyor. Derken tampon tampona değecek şekilde sizi rahatsız etmeye başlıyor. Yani önünüze bir şey çıksa ve ani bir fren yapmak zorunda kalsanız, kaza kaçınılmaz.
Bu arada aracınızı sağa çekmeniz imkânsız, ama sürat yapmak da istemiyorsunuz. Şimdi daha beter yandınız.
Selektör, korna, küfür, el hareketleri yani tacizin bini bir para…
Ha! Sineye çekerseniz sorun yok, ama kendinize hakim olamazsanız, netice malumunuz.
Bu noktada adına ister ‘maganda’ deyin, ister ‘trafik canavarı’ sonuç olarak tamamının ortak sorunu: psikolojik.
İŞİNİ SEVEREK YAPMAK…
Hani bir söz vardır: ‘param ile rezil olmak’ diye.
Misal…
Aldığınız ürünlerin ücretini ödemek için marketin kasa bölümündesiniz.
O da ne? Kasada sürekli yanaklarını şişiren, üfleyip püfleyen bir kasiyer, etrafına radyasyon yayan Baz İstasyonu gibi adeta negatif enerji yayıyor çevresine…
Aldıklarınızı işaret ederek;
-Bunlar sizin miydi?-
-Yok, başkasının ama hazır elim değmişken ben bunları da ödeyebilirim.
Uzatmayalım, kasiyer başlıyor ürünlerinizi kasadan bir bir geçirmeye, fakat bir sorun var. Barkodunu okuttuğu her ürünü sanki kafama atar gibi atıyor poşetleme kısmına…
Bir de kasa barkodu okumuyorsa sinirler daha da tavan yapıyor. Ki bu ürün eğer yoğurtsa, kasiyerimiz barkodu okutacağım diye yoğurdu elinde sallaya, sallaya, sallaya adeta ayrana dönüştürüyor, afiyet olsun!
İşini severek yapan emekçileri tenzih ederek soruyorum, marketlerde rastladığımız bazı çalışanlar neden böyle davranıyorlar?
Kanaatimce yaptıkları işi kendilerine yakıştıramıyorlar. Öyle ki işlerini sevmedikleri ve mecburiyetten çalıştıkları her hallerinden belli oluyor.
Sadece market çalışanları değil elbet, lokantadaki garson, minibüsün muavini, manavın tezgâhtarı, berberin kalfası, yani insanlara hizmet noktasında olan birçok işletmede çalışan bazı emekçilerimiz gocunuyor mesleğinden.
Haksızlar mı?
Tabii ki aldıkları ücretin yetersizliği ve elverişsiz çalışma koşulları gibi geçerli nedenler kabul edilebilir.
Ama…
Bu dünyada herkes doktor, herkes avukat, herkes yönetici olsaydı, yahu diğer işleri kim yapacaktı?
Öte yanda herkesin prenses, herkesin prens olma gibi bir ihtimali var mı?
Eski bir tapınak duvarındaki yazıt şöyle der: İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.
Kendi adıma söylüyorum: 14 yıl balıkçılık yaptım, bir gün olsun komplekse kapılmadım.
Dünyanın en zor mesleklerinden birini her daim en iyi şekilde ve keyif alarak yapmaya çalıştım.
Yarın gazeteciliği bırakıp balıkçılığa dönsem, yine aynı şevkle çalışırım.
Yeri gelmişken…
Özel güvenlik şirketleri bünyesinde çeşitli kurum ve kuruluşlarda hizmet eden güvenlik görevlilerini gözlemliyorum ne zamandır.
Dikkatimi çekiyor, bazen aralarında İstanbul Ekipler Amiri gibi davrananlar oluyor. İnanın çok hoşuma gidiyor. İşte böyle olmalı-ki işini ciddiye alarak ve kendini önemseyerek çalışan insanları gıpta ile takip ediyorum.-
Yine Airbus A380 pilotu gibi giyinen otobüs şoförlerini, doktor gibi giyinen kuaförleri, neşe içinde satış yapan pazarcılarımızı hayranlıkla izliyorum.
Sözün özü: Asık suratlılığı bırakmalıyız, işimize saygı göstermeli, severek yapmalı ve hakkını vermeliyiz. Aksi halde istemeden ve sürekli nefret duyarak yaptığınız iş size zül geleceği gibi bu işten kazandığınız paradan da hayır görmezsiniz –ki bir gün o beğenmediğiniz işe de muhtaç kalabilirsiniz-
Günün Sözü: Şikâyet ettiğiniz yaşam, belki de bir başkasının hayalidir. (Tolstoy )
ESKİ BİR TAPINAK DUVARINDAKİ YAZIT
Gürültü, patırtının ortasında sükunetle dolaş;
Sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma.
Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.
Ama kimseye teslim olma.
Telaşsız, açık ve seçik konuş.
Başkalarına da kulak ver.
Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları;
Çünkü dünyada herkesin bir hikayesi vardır.
Yalnız planların değil, başarılarının da tadını çıkartmaya çalış.
Ne kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen, hayattaki dayanağın odur.
Olduğun gibi görün.
Sevmediğin zaman sever gibi yapma.
Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında çimenli bir yerdir.
Yılların geçmesine öfkelenme;
Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.
Ara sıra isyana yönelecek gibi olsan bile hatırla ki, kainatı yargılamak imkansızdır.
Onun için kavgaları sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine karşın dünya yine de güzeldir.
BALTIMORE, 1816
YORUMLAR