Hasan Eser / 20 Temmuz 2016 - Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine bağlı mıyız? (Kesinlikle evet)
Özellikle de kendilerini beyaz Türk olarak addeden kesim, din işlerini devlet işlerinden ayıran Atatürk’ün laiklik ilkesi başta olmak üzere tüm ilke ve kararlarına sımsıkı bağlı değil mi? (hiç kuşkusuz)
Bilindiği üzere Atatürk, Cumhuriyet’i kurduktan kısa bir süre sonra ordu ile siyaseti de birbirinden ayırdı.
Nedeni kuşkusuz geçmişte yaşadığı tecrübelerdi.
Zira Osmanlı’nın son döneminde ittihat ve terakki eliyle siyasallaşan orduda düzen bozulmuş, bu durumdan büyük rahatsızlık duyan Atatürk de ordu ile siyasetin bir arada olmaması gerektiğine kanaat getirerek, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile yollarını ayırmıştır.
Kaldı ki zaman Atatürk’ü haklı çıkarmış ve dibine kadar siyasete bulaşan ordu kendi eliyle koca bir imparatorluğun sonunu hazırlamıştır.
Şimdi sorulması gereken soru şudur; rejimin kurucusu Atatürk ki kendisi de asker kökenli olmasına rağmen, ordu ile siyasetin kalın bir çizgi ile ayrılması gerektiğini savunurken, bazı sözde Atatürkçüler nasıl oluyor da (konumuz kimin öncülüğünde yapıldığı değil) askerin siyasete müdahale girişimini alkışlıya biliyor? Demokrasi gereği kendi hür iradesiyle seçtiği seçilmişler tarafından yönetilmek yerine, 3. Dünya ülkelerinde olduğu gibi askerler tarafından yönetilmeye sıcak bakabiliyor?
Anlayabilmiş değilim! Anlayan varsa da memnuniyetle dinlerim.
ABDÜLHAMİT VE ERDOĞAN
34. Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamit’in 33 yıllık iktidarı; 623 yıl hüküm süren imparatorluğun en tartışmalı dönemidir.
2002’den bugüne girdiği her seçimi açık ara kazanmasına rağmen, belki de Cumhuriyet tarihinin en çok tartışılan liderlerden biri de Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Abdülhamit Osmanlı’nın, Erdoğan ise Cumhuriyet tarihinin en reformcu lideridir.
Kuşkusuz her ikisinin de kendi dönemlerinde; sevenleri kadar, sevmeyenleri de olmuştur.
Gerçi Abdülhamit, kendisine dolayısıyla vatanına ihanet eden hainlere; ‘Onlar hain değil, olsa olsa gafildir’ diyerek, azami müsamaha göstermiştir.
Ama…
Hoşgörü de bazen suiistimal edilmeye müsait bir kavramdır. (başka bir yazı konusudur)
Abdülhamit ile Recep Tayyip Erdoğan’ın yaşadığı veya karşı karşıya kaldığı bazı şartlar düzleminde Osmanlı’nın Devlet Başkanı ile Türkiye’nin Reis-i Cumhur’u arasında zaman zaman özdeşleştirmeler yapılmıştır.
Doğrudur.
Benimde daha önce bu yönde kaleme aldığım birkaç yazım internet arşivimizde halen mevcuttur.
Ancak, Erdoğan’ı gerçek anlamda lider yapan en büyük özellik; tarihten ders çıkarabilme meziyetidir.
Cennet Mekân Abdülhamit’in, demokrasi şehidi Adnan Menderes’in, altı defa gidip yedi defa gelen Süleyman Demirel’in, 28 Şubat mağduru Necmettin Erbakan’ın ve zehirlendiğine inandığımız Turgut Özal’ın yaşadıklarını kendine tecrübe edinen Recep Tayyip Erdoğan’ın FETÖ eliyle yapılan 15 Temmuz askeri darbe girişimi sürecinde aldığı hayati kararlar da yine tarihimizden edindiği tecrübenin tezahürüdür.
Nasıl mı? Anlatayım…
İçinde Ermeni, Arnavut, Sırp, Yunan ve Bulgar çetelerinden gönüllü insanlarında bulunduğu ‘Hareket Ordusu’ Abdulhamit’i devirmek adına Selanik’ten yola çıkar. Ancak durumdan haberdar olan Sultan Hamit, Hareket Ordusunu bastırabilme gücüne sahipken, aşırı merhameti nedeniyle bu gücünü kullanmaz. Sadece ‘kardeş kanı dökülmesin’ diye iktidarı hiçbir zorluk çıkarmadan ihtilalcilere teslim eder.
Sultan Hamit’in bu davranışı ilk bakışta doğrudur. Kim bilir belki de Sultan Hamit, tarihe kardeşin kardeşle savaşmasına izin vermeyen Padişah olarak geçmek istemiş olabilir. Ancak devlet yönetiminde duygusallığa yer yoktur. Kaldı ki kendisinden sonra iktidara gelenler devasa bir imparatorluğu on yıl içinde adeta bozuk para gibi harcamışlardır. Yani Sultan Hamit tarihe merhametli bir Padişah olarak geçmiş, ama diğer taraftan da iktidarı teslim etmekle devletin yıkımında ilk kazmayı istemeyerek de olsa kendisi vurmuştur.
Şimdi gelelim bugüne, 15 Temmuz akşamı birilerinin sosyal medyadan ısrarla; “Asker ile Polisi karşı karşıya getirmeyin, halkı sokağa çıkarmayın” çağrısında bulunuyordu ki, bu çağrı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni dış mihrakların maşası olan Fethullah Gülen’in Türk ordusunun içine sızdırdığı ajanlara gönül rızasıyla teslim edin anlamına geliyordu.
Hülasa o gece Erdoğan, kendisini etki altında bırakmaya çalışan klavye darbecilerinin çağrılarına kulak vermedi. Sultan Hamit gibi duygularına yenilmedi ve aldığı hayati kararlar ile darbecilere hiç beklemedikleri darbeyi vurdu.
Aksi halde ihanet şebekesinin darbe girişimi amacına ulaşabilirdi.
O gece sosyal medya hesabımdan da yazdım.
Halk arasında ne olduğunu bilmeden komünizme özenenler olduğu gibi, ne olacağını bilmeden darbe girişimine sevinenler de oldu.
Böyle davranmakla elitist sınıfa ait olduklarını hisseden yurttaşlarımızın algılayamadığı en önemli konu ise darbe girişiminin muvaffakiyetle neticelenmesi halinde Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu rejimin kuvvetle muhtemel değişebileceği gerçeğiydi.
Daha açık bir ifadeyle; darbe başarıyla tecelli etmiş olsaydı, tarih tekerrür edebilirdi.
Tıpkı bir zamanlar Fransa da sürgündeyken Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesiyle İran’a, devrimin lideri olarak dönen İmam Humeyni misali…
Okyanus ötesindeki vatan haini de Türkiye'ye gelerek, yıllardır gerçekleştirmek için fırsat kolladığı şeriat devletini çok rahat bir şekilde kurabilirdi. Neyse ki Şeytan kaybetmeye mahkûm oyunun kurucusudur ve kaybetmek, tanımında vardır.
SİZ BÜYÜTTÜNÜZ!
AK Parti karşıtı görüşler Gülen Cemaati’nin AK Parti’nin kanatları altında büyüdüğünü hatırlatarak, Erdoğan’ı eleştiriyorlar. Yerden göğe kadar haklılar.
Ama haksız oldukları bir nokta var ki, Fethullahçı Terör Örgütü’nün paralel devlet yapılanması deşifre olduktan sonra, bu yapıyla birlikte AK Parti iktidarına karşı ittifak kurmalarıdır.
Öyle ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin çatı adayı olarak bilinen Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Fethullah Gülen’in işaret ettiği yönündeki iddialar halen hafızalardaki yerini koruyor.
Örnekler çoğaltılabilir. Ama zararın neresinden dönülürse kardır. Nihayetinde takke düşmüş, kel görünmüştür. Fetö’nün kirli yüzü ortaya çıkmıştır. Sahte Hoca’nın “Ocaklarınıza ateş düşsün” şeklinde yaptığı beddualar dönüp dolaşıp sonunda kendisini bulmuştur.
Elbette geçmişi değiştiremeyiz, ama hatalarımızdan ders çıkararak geleceğe yön verebiliriz. Bunun içindir ki; ‘Bir musibet bin nasihatten iyidir’ atasözümüzden yola çıkarak, ülke olarak yaşadığımız bu badirenin bıraktığı kötü izleri el birliğiyle silebiliriz. Zira büyük önder Atatürk'ün hedef gösterdiği çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak için bir an önce toparlanıp yola kaldığımız yerden devam etmek zorundayız.
Günün Sözü: Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir. (Mustafa Kemal Atatürk)
YORUMLAR