Hasan Eser / 25 Ağustos 2016 - 1974’te Kıbrıs harekâtının emrini veren dönemin Başbakanı merhum Bülent Ecevit, şöyle demişti: “Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada'ya gidiyoruz.”
Ecevit’in bu sözü öyle tesadüfen söylenmiş bir söz değildi, zira Türkiye’nin tarihinden üstlendiği bir misyonu var.
Savaşmayı her daim son çare olarak gören ve savaşın olmaması için tüm gayretiyle mücadele eden Türkiye, bazı sözde barışçıl devletler gibi çıkar sağlamak için savaşmaz!
Savaşta şerefle ölmeyi, şerefsizce yaşamaya hiçbir zaman değişmeyen Türkler, sadece vatanını korumak ve barışı sağlamak için savaşır.
Türk askeri, alfabede harf bırakmayan PKK, DAEŞ, YPG ve PYD terör örgütlerinin militanları gibi kahpece savaşmaz.
Türkler, mecbur kalıp savaştığı zaman bile vuruşma hukuk ve ahlâkına titizlikle sadık kalan kutlu Peygamberimizin şiarını taşır.
Bilindiği üzere Suriye'nin ve özelikle de sınırın DAEŞ mikrobundan arındırılması ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması amacı ile Türkiye Suriye’ye askeri harekât başlattı.
Sosyal medya üzerinden aka ‘kara’, karaya da ‘ak’ demeyi siyaset zanneden bazı elitist klavye kahramanları da; çok geçmeden algı harekâtına başladı.
Daha düne kadar, "Yeter artık bitsin bu terör, ey hükümet patlayan bombalardan sen sorumlusun" şeklinde paylaşımlarla feryat figan eden elitistler, Türkiye düğmeye basınca, "Savaşa hayır, savaş istemiyoruz" diyerek, romantizme başladı.
Nasreddin Hoca’nın ‘Ben senin gençliğini de bilirim’ dediği gibi, ben sizin ne kadar barışçıl insanlar olduğunuzu da iyi bilirim.
Ayrıca…
Doğruydu, yanlıştı tartışmasına burada girmeyeceğim; ama çözüm süreci döneminde barışa karşı çıkanlarda siz değil miydiniz?
Ya da DAEŞ’i Kürtlere karşı koz olarak kullandığını iddia ettiğiniz Türkiye'nin, DAEŞ’i el altından desteklediğini ve bilerek dokunmadığını iftira edenler de siz değil miydiniz?
Allah aşkına, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu böyle…
Yahu bir kerede ülkemizin, devletimizin yanında olsanız vallahi dişimi kıracağım.
Öte yandan ben bu satırları yazarken CHP Parti sözcüsü Selin Sayek Böke, bir televizyon kanalında canlı olarak konuşuyor.
Sayın Böke, Hükümetin DAEŞ’e karşı verdiği mücadelenin samimi olmadığına atıfta bulunarak, “Siyasi irade IŞİD’in ismini dahi telaffuz edemiyor. IŞİD’e katılıma göz yumuyor” şeklinde sözler sarf ediyor.
Sınır ötesine harekât yapan Türkiye’ye tam destek vermesini beklediğimiz CHP, maalesef yine durumdan vazife çıkarma, siyaset devşirme ve savaş halindeki ülkesini kötülemekle meşgul oluyor.
CHP sözcüsü Sayın Böke, Türkiye'nin yanı sıra Fransa, Belçika ve Almanya gibi ülkelere eylem koyan DAEŞ’in küresel bir tehdit olduğunu unutuyor sanırım.
CHP, kendi tarihinden bile ders almıyor.
1950’li yıllarda Türkiye’nin ana muhalefet lideri olan İsmet Paşa (İnönü) içeride Demokrat Parti iktidarına yapmadığını bırakmazmış. Ama mesele dış politika olduğunda, her şeyi bir kenara bırakıp, hükümetin yanında dururmuş. (Celal Bayar’ın hatıratından okuyabilirsiniz)
Kişisel kanaatimce, Osmanlı'nın devlet terbiyesiyle yetişmiş İsmet Paşa’yı böyle davranmaya iten başlıca etken, yine dış siyasette ayrışmanın bedelini en ağır şekilde ödeyen Osmanlı'nın son dönemindeki acı tecrübeleridir.
Amiyane tabirle, o dönem sütten ağzı yanan İsmet Paşa, daha sonraları yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih etmiştir.
Zamane CHP’lilerinin de 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden iyi bir ders aldıklarını düşünüyordum, yanılmışım! Zira Sayın Böke’nin ifadelerinden anlaşılan o ki; ağızları yeterince yanmamış.
Hülasa Türkiye’yi kuranların partisi CHP, Türkiye’yi kötüleme alışkanlığını terk etmelidir.
CHP, söylemlerinin tamamında haklı bile olsa demokrasi uzlaşma gerektirir. Elbette çekinceler olmalıdır. Ancak gelecekte şer güçler tarafından ülkemizin aleyhine kullanılacak mahrem konular, TBMM’nin kapalı oturumlarında gündeme getirilmelidir.
Konu dış politika olunca CHP’ye yakışan kerhen de olsa hükümetin yanında olmaktır.
Neyse bu gündemin farklı bir yönü, biz gelelim asıl konumuza:
Türkiye-Suriye sınırında DAEŞ'ten arındırılmış güvenli bölge oluşturulması girişimi son derece yerinde bir hamledir.
Öyle ki Çanakkale’deki Conkbayırı ne ise, Türkiye’nin Suriye sınırı da odur. Bunun içindir ki yapılan harekât Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayatidir.
Malumunuz Türkiye, PKK başta olmak üzere çeşitli terör örgütlerinin ağır saldırılarına uğruyor.
Maruz kaldığımız bu kalleş saldırılar, menfaat hesabı yapan sözde müttefiklerimizin kaosa sürüklediği Ortadoğu’da yaşanan kargaşanın bir yansıması…
Yani sınırında savaşlar yaşanan bir ülkenin, yaşananlardan olumsuz etkilenmemesi imkânsız.
Dolayısıyla komşusu savaşın içinde olan bir ülkenin üzerine kanda sıçrayabilir, çamur da…
Daha önemlisi terörü köküne inmeden kurutmak olanaksız!
At izi it izine karışan ve adeta terörist cennetine dönüşen Suriye’de yuvalanan ve buradan dünyayı tehdit eden örgütlerin lav edilmesi gerekiyordu, Türkiye de taşın altına elini koyarak bir nevi ateşten gömlek giymeyi göze aldı.
Bu noktada cani örgütlerin yine kahpece eylemler üzerinden karşılık vermesinden endişelenmiyor değilim. Ancak hiçbir şey yapmadan da sürekli endişe içinde nasıl yaşaya biliriz?
Toplumun güvenliğini sadece istihbaratımızın başarısına endeksleyemeyiz.
Ha yeri gelmişken eklemeden edemeyeceğim: Birileri FETÖ’den sonra “elimizde uçak kullanacak pilot, askeri komuta edecek general kalmadı” diyerek, ülkemizi ti’ye alıyordu.
El cevap: Ti’ye aldığınız TSK bugün dünyanın başına bela olan ve tarihin en tehlikeli terör örgütü olarak gösterilen DAEŞ’i perişan ediyor. Kaldı ki cancağızlarım devlette devamlılık esastır. Hiç kimse vazgeçilmez ve alternatifsiz değildir. Bunun en büyük kanıtı ise: Darbe girişimi sırasında ele geçirilen tankı kullanan kamyon şoförüdür.
Velhasılıkelam, kaderci olmak yerine bir şeyler yapılması gerekiyordu. Türkiye, sınır ötesine yaptığı harekat ile gücünü, varlığını, cesaretini ve büyük devlet iddiasını bir kez daha dosta düşmana gösterdi.
Mehter marşımızda da dediği gibi: Allahu Ekber ordumuz olsun daim muzaffer.
Günü Sözü: Türkler yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Huyları temiz ve yücedir. Yiğitlikleri bozulmaz bir güç halindedir. İşte tarih bunun en canlı örneğidir. Onlar din ve vatan konusunda, öz değerlerine bağlılık noktasında tarafsız, adil davranmasıyla saygı telkin ederler. Türklerin yurdu, efendiler, kahramanlar ve şehitler diyarıdır. Böyle bir milletin düşmanı olmak, bence insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. (Alphonse de Lamartine)
NOT: 24 Ağustos 1516'da Yavuz Sultan Selim komutasındaki Osmanlı ordusu Suriye topraklarını Osmanlı topraklarına katmıştı. Şanlı Türk ordusu büyük zaferin 500. yıl dönümünde adeta ecdadını yad ederek aynı topraklara kurtarıcı olarak girdi.
YORUMLAR