Hasan ESER / 16 Ocak 2017
Hem ağlar hem gider misali…
CHP - HDP ittifakı bir taraflarını yırta dursun, Türkiye adım adım Başkanlık sistemine yaklaşıyor.
Kuvvetle muhtemel, Nisan ayında anayasa değişikliğini oylamak için sandık başına gideceğiz.
Varsın birileri “Hayır'da hayır vardır” şeklinde içi boş söylemler üzerinden siyaset devşirmeye çalışsın.
Necip Türk milleti, 15 Temmuz’da demokrasiye darbe girişiminde bulunanları geri püskürttüğü gibi…
Bu referandumda da, 12 Eylül ihtilalinden sonra Türkiye'ye dayatılan 1982 darbe Anayasası’nı da tedavülden kaldırmanın ilk adımını atacaktır.
‘İlk adımını’ diyorum, çünkü TBMM’de ilk turu tamamlanan Anayasa değişiklik teklifindeki maddeleri eksik buluyorum.
Ancak…
Değişiklik girişimini, demokratikleşme yolunda ileri atılmış bir adım olarak gördüğüm içindir ki ‘yetmez ama evet’ diyorum.
Öyle ki bu Anayasa Paketi’nde siyasi partiler yasası ve seçim sistemi değişikliği de olmalıydı.
On yıllardır süregelen antidemokratik seçim sistemine bir son verilmeliydi.
Daha net ifade etmek gerekirse…
Türkiye’de milletvekili adayları parti genel başkanları tarafından belirleniyor.
Sandık başına giden seçmene de kendisine dayatılan listeyi onaylamak düşüyor.
Yani seçmen seçemiyor. Kendi ideolojisine yakın bulduğu siyasi partiye kerhen ya da prosedür icabı oy veriyor.
Bunun içindir ki siyasi parti liderliği sultalığına bir son verilmeli ve dar bölge ile birlikte iki turlu seçim sistemine geçilmeliydi.
Köhnemiş seçim sistemi değişmediği takdirde, sözde demokrasimiz topal kalmaya devam edecektir.
Şimdi gelelim partili Cumhurbaşkanlığı meselesine…
Biz, toplumun büyük bir kesimi olarak Sayın Devlet Bahçeli’nin söylemlerine bazen karşı çıkıyor, hatta bu sebeptendir ki genel başkanlığı bırakmasının zamanı geldiği yönünde fikir beyan ediyoruz.
Fakat Sayın Bahçeli, uzun vadede de olsa her seferinde haklı çıkan taraf oluyor.
Bilindiği üzere ‘Anayasa Değişikliği’ MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin "Hukuksuzluk ve anayasa ihlalleri son bulmalı" ifadesiyle gündeme geldi.
Sayın Bahçeli’nin bu ifadesi Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı ve dolayısıyla Türkiye’yi kendi gerçeğiyle yüzleştirdi.
Evet, Türkiye, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na seçildiği günden bugüne fiili başkanlıkla yönetildi.
Meşruiyetini haklı olarak halk tarafından seçilmiş olmasına oturtan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fiili başkanlıktan vazgeçmeye hiç niyeti yoktu- ki sembolik bir Cumhurbaşkanı olmayacağını peşinen beyan etmişti-
Hal böyle olunca geriye tek bir seçenek kalıyordu, halkın iznini almak suretiyle fiili durumu hukuki boyuta taşımak…
Yani CHP’nin “Başkanlık sistemi gelirse tek adamlık, otoriter yapı olur'' eleştirisi son derece yersiz.
Zira Sayın Binali Yıldırım’ın başbakanlığı sembolik değil mi?
Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle tecelli bulan fiili başkanlıkla birlikte; Recep Tayyip Erdoğan devletin yanı sıra hükümetin de birinci adamı konumuna gelmedi mi?
O zaman Sayın Bahçeli’nin dediği gibi: Anayasa’nın çiğnenmesine bir son vermek elzemdi.
Burada asıl sorulması gereken soru “Anayasa değişikliği önerisi halk tarafından veto edilirse ne olacak?” sorusudur.
Bu soruya yanıt bulmak için de yine Sayın Bahçeli’nin konuşmalarındaki ince mesajlara bakmalıyız.
Geçtiğimiz günlerde Sayın Bahçeli, Anayasa değişikliği teklifinin Meclis'ten geçmemesi ihtimaline ilişkin erken seçim sinyalini vermişti.
Şahsi kanaatimce…
Sayın Bahçeli bu ifadesiyle yakın geleceğe yönelik subliminal nitelikte bir mesaj verdi.
Bu şu demek oluyordu: Anayasa değişikliği teklifi halk oylamasından da geçmediği taktirde Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri kaçınılmaz olur. Aksi bir durumda meşruiyet krizi doğar -ki bu da en çok mevcut yönetimi zora sokar-
Uzatmayalım…
Ben, Bilge Lider Devlet Bahçeli’nin nasıl bir strateji izlediğini gayet iyi anlıyorum.
Yok! Üzerinde ‘Hayır’ yazan görselleri sosyal medya üzerinden paylaşarak kendi kendilerini eğleyenlerden de anlamalarını beklemiyorum.
Keza siyaset satranç niteliğindedir.
Hele ki günümüzde "Başkanlık sistemini bu ülkede kan dökmeden gerçekleştiremezsiniz" şeklinde söylemler üzerinden yapılan hamasi siyasetin halk nezdinde bir karşılığı bulunmamaktadır.
2002’den bugüne ‘Cumhuriyet elden gidiyor’ tezi de iflas etmiştir. Kaldı ki 15 Temmuz kanlı darbe girişiminde Cumhuriyetimize kast edenleri çaktırmadan kimlerin alkışladığını da gördük.
Ha! Demokrasiye inanan biri olarak, Anayasa değişikliği teklifine ‘Hayır’ diyenlere de saygı duyuyorum. Ama aynı saygıyı kendilerinden de bekliyorum.
Elbet bu demek değildir ki, hiç kimse fikrini söyleyemesin. Zira haklı olsanız bile demokrasi uzlaşı gerektirir. Yani ‘Hayır’ diyenlerden hakaret ve küfür değil, analitik siyaset bekliyoruz.
Daha açık ifade edeyim…
Toplumu kutuplaştıran değil, ayakları yere basan söylemler üzerinden gelin; Halkı hatta beni de ikna edin, sandıktan + 1 Hayır’ı çıkarın.
Yoksa benim de endişelerim yok değil, hani maazallah CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Partili Cumhurbaşkanı olduğunu düşünmek bile istemiyorum!
Olursa ne mi olur?
Olursa siz o zaman görürsünüz tek adamlığı, otoriterliği…
Bunu nereden mi çıkardım?
Sayın Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’yi nasıl yöneteceğini tahmin etmek için CHP’yi 2010 yılından bugüne nasıl yönettiğine bakmak kafidir.
Not: Vallahi ben CHP’li dostlarımın yalancısıyım.
YORUMLAR