“Son yıllarda sıkça rastlanan Shakespeare oyunlarını güncelleştirme, yeniden yorumlama tutumu” diye başlayan bir yazı okudum demin… Böyle bir yazı yazıp yayınlattığına göre tiyatro konusunda yetkin sayılan biri yazmış demek ki. Gazete de yayınlamış. Ne kadar tuhaf! Ne yapacaktı tiyatrocu, sahnede Shakespeare mi okuyacaktı? Beş Shakespeare yönettim. Beşini de kendimce yorumladım. Kime göre yorumlayacaktım? Metin mi okutacaktım? Ne bekliyor yani bu arkadaş ya da onun gibiler benden, bizden? Yazı yazmak donanım, bilgi ve sorumluluk ister. Yazı kalır çünkü.
Sav, tiyatro sanatı açısından tamamen yanlış. Ne yazık ki tiyatro eleştirisi yazan, kendini eleştirmen diye tanıtan pek çok kişide de aynı yanlışı görüyorum. Metin sevicilik, ses, diksiyon, artikülasyon sevicilik, tiyatroyu güzel sesli insanların yapay tonlamalarla metin okuması sanma durumu bu tip dar düşünceli, az bilgili yazarlar kadar oyuncularda da yaygın. Gerçek tiyatro bu değil oysa.
Edebiyat ve tiyatronun farklı iki sanat dalı olduğunda hemfikiriz sanıyorum. Hemfikir olmasak ne olacak ayrıca? Öyle.
Bir tiyatro metninin edebi olması gerekmez, çoğu zaman sahnede doğal, açık konuşulabilirlik, netlik, seyirciye daha kolay ulaşılabilirlik açısından edebi olmasa daha iyi olur. Kuşkusuz oyun metni edebiyat sanatının sınırları içindedir; ama tiyatro sanatının da sınırları içindedir. Edebiyatla tiyatro arasında köprü kuran tek etmen, metindir. Bazı eski tip oyuncuların sahnede hamasi bir şekilde konuşup davranmayı Shakespere oyunculuğu ya da klasik oyunculuk diye yutturması da cabası… Ne alakası var? O köhne, sahte oyunculuk! Kafa karışıklığı buralardan doğuyor.
Tiyatroda metin araçtır. Tiyatro yaparken o daha önemli, bu daha önemli demiyorum. Çorbada mercimek mi önemli, pirinç mi, yağ mı, tuz mu?
Oyun metni, yönetmenin kurduğu dünyada, bir fikri, bir temayı aktarabilmek için oldukça güçlü bir araçtır. (Metinsiz tiyatro da vardır ayrıca.) Herkes, her şey fikre, temaya, aynı üslup içinde kalarak hizmet ederse yapılan tiyatroya sanat denebilir.
Bu, yazar ve yönetmenin bir mücadelede olduğu anlamına gelmez. Yazara saygısız yönetmen olmaz. Yönetmene saygısız yazar da… Provalarda izinli, izinsiz arka sıraya oturup çıkartılan, değiştirilen kelimesinin peşinde hafiyelik eden yazar hem saygısızdır, hem tiyatrodan bihaberdir. Yazarın metnini ve kişiliğini hiçe sayan yönetmen de hem saygısızdır, hem intihalcidir.
Ezcümle, kitap okumak başka, tiyatro izlemek başka. Yazarın çağı, geldiği yer, biriktirdiği, yaşantısı, görgüsü, algısı başka, yönetmeninki başka.
Tiyatro, öncelikle yönetmenin, sonra tasarımcıların kurduğu dünyada, oyuncuların belli bir üslup, disiplin, matematik ve tartım içinde, kendilerince, özgürce, metne nefes üflemesidir.
Bu vesileyle, fotoğraflardaki eserleri birlikte yaptığım ve geçtiğimiz günlerde kaybettiğim Hugo Wolff ve Yüksel Aymaz’ı saygıyla, sevgiyle, acıyla ve özlemle anıyorum. Bendeki yerleri bambaşkadır, dolmaz.
YORUMLAR