Benim Bedenim, Benim Kararım!
Hayatımın en mucizevi anı, ikizlerimin minicik elleriyle hayata tutunduğu o andı. Erken gelen bu sürpriz, sağlığımızın her şeyden önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Doktorumla birlikte, o an için en doğru kararı verdik: sezaryen. Bu karar, içimde büyüttüğüm canların selameti için alındı ve tamamen bana aitti. Çünkü bu beden benim, üzerindeki her türlü tasarruf yetkisi de yalnızca bende...
Ne var ki, son zamanlarda annelik ve doğumun kutsallığı üzerinden yürütülen tartışmalar, içimde buruk bir tat bırakıyor. Özellikle Sivasspor-Fenerbahçe maçında futbolcuların elinde yükselen “normal doğum” pankartı, bu tartışmalara adeta tuz biber ekti. İlk bakışta masum bir sağlık mesajı gibi görünse de, bu pankart, kadınların en mahrem deneyimlerinden biri olan doğum şekli üzerinden erkek egemen bir söylemin sahneye konmasıydı.
Elbette, spor dünyası sağlık farkındalığı yaratmak için güçlü bir platform olabiliyor. Geçmişte meme kanseri farkındalığından kalp sağlığına kadar pek çok konuda takdire şayan kampanyalar düzenlendi. Ancak, “normal doğum” gibi son derece hassas bir konunun, kadınların iradesi hiçe sayılarak ve bağlamından kopuk bir şekilde futbol sahasında gündeme getirilmesi, bu iyi niyetli çabaların gölgesinde kalıyor. Futbol sahaları, sporun coşkusuyla özdeşleşmiş yerlerdir; sağlık mesajlarının etkili olabilmesi içinse bilinçlendirme kampanyaları, sağlık kuruluşları ve en önemlisi ilgili kesimlerin, özellikle kadınların, sürece dahil edildiği mecralar gereklidir.
Bir anne olarak soruyorum: Kadınların bedeniyle ilgili kararlar, neden kadınlara sorulmadan alınıyor? Neden bir futbol maçında, erkek egemen bir sistemin gölgesinde, anneliğimizin geçerliliği doğum şeklimizle ölçülmeye çalışılıyor? “Vajinal doğum” demekten çekinen bir zihniyet, kadınların bedenlerini nesneleştiren pankartlarla mı sağlık mesajı verecek? Bu, patriyarkanın bir yansıması değilse, nedir?
Her birimiz, kendi bedenimizde taşıdığımız hayatı en iyi bilenleriz. İster normal doğum olsun, ister sezaryen; bir annenin çocuğunu dünyaya getirme çabası, başlı başına bir destandır. Anneliğimizi taçlandıran, doğumun nasıl gerçekleştiği değil, yavrularımıza duyduğumuz koşulsuz sevgi ve onlara adadığımız hayattır. Sporun birleştirici gücünden faydalanmak elbette mümkün, ama bunun yolu, kadınları nesneleştiren bir yaklaşımdan değil, onların sesini yükselterek, hassasiyetlerini gözeterek geçiyor. Futbol endüstrisinin, bu tür tartışmalara alet edilmesi ise kabul edilemez.
Bu pankart tartışması, basit bir sağlık mesajının ötesine geçti ve kadınların bedenleri üzerindeki erkek egemen tahakkümün bir kez daha gün yüzüne çıkmasına neden oldu. Kadınların sesi duyulmadan, onların bedeni üzerinden kararlar alındıkça, benzer tartışmalar kaçınılmaz olacak. Oysa asıl “normal” olan, kadının kendi bedeni ve sağlığı hakkında özgürce karar verebilmesidir; hiçbir toplumsal baskı, hiçbir cinsiyetçi yargı altında kalmadan.
Spor dünyasının sağlık kampanyaları için birleştirici gücünden ilham alalım, ama bunu yaparken kapsayıcı ve saygılı bir dil kullanalım. Ben, ikizlerini sezaryenle kucağına almış bir anne olarak, bu sessiz çığlığı tüm anneler adına haykırıyorum: Benim bedenim, benim seçimim! Bu en temel hakkımı kimsenin gölgelemesine izin vermeyeceğim. Tüm kadınların ortak sesi bu: Duyun bizi!
Sevgiyle, Bir Sezaryen Annesi
YORUMLAR