Ukrayna-Rusya Savaşı, ABD’nin "topal ördek" başkanı Joe Biden’ın, Ukrayna’ya uzun menzilli ABD füzelerini Rusya’nın iç bölgelerine kadar ulaşabilecek şekilde hibe etmesiyle yeniden gündeme oturdu.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler nedeniyle bir süredir arka planda kalan Ukrayna-Rusya Savaşı, bu adımın ardından tekrar alevlendi.
Rus lider Putin ise bu gelişmelere karşı nükleer başlıklı füze kartını masaya sürerek dikkatleri üzerine çekti.
Aslında, Avrupa ülkeleri adeta bir savaş moduna girmiş durumda.
Son olarak Fransız gazetesi Le Monde’da yayımlanan bir habere göre, İngiltere ve Fransa’nın askeri birliklerini Ukrayna’ya konuşlandırma konusunda görüşmeler yaptığı iddia edildi.
İlk etapta Rusya-NATO savaşı şeklinde başlayabilecek bu çatışmanın, genel bir dünya savaşına dönüşebileceği ve bu sürecin çok uzun sürmeyeceği ifade ediliyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da nükleer silahların kullanılabileceği bir savaş ihtimalinin çok uzak olmadığını dile getirdi.
Peki, bu savaş ne zaman ve nerede başlar?
Geçmişteki iki dünya savaşı da ağırlıklı olarak Avrupa kıtası, Rusya ve kısmen de İkinci Dünya Savaşı'nda Pasifik bölgesinde gerçekleşti.
O savaşları biraz hatırlarsak:
Birinci Dünya Savaşı, tam anlamıyla bir sömürge paylaşım savaşıydı!
Yüzyılın sonlarında İngiltere’de gerçekleşen Sanayi Devrimi, 19. yüzyılda Fransa ve Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesine yayıldı. Bu devrim, Batı Avrupalı devletleri hammadde ve pazar arayışına itti ve bu durum sömürgeciliğin doğmasına neden oldu.
19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Avrupa kıtası dışında dünyanın hemen hemen tamamı İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Danimarka arasında paylaşılmıştı. Bu sömürge yarışında aslan payını İngiltere ve Fransa almıştı.
Ancak Almanya, sanayileşmesini geç tamamlamış olmasına rağmen 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, o dönemdeki adıyla Prusya, çok güçlü bir sanayiye sahipti.
Ne var ki Almanya, parçalı bir ülkeydi. (O dönemde bugünkü Almanya topraklarında 36 ayrı eyalet veya devletçik bulunuyordu.) Bunların en güçlüsü Prusya’ydı. Prusya lideri Bismarck’ın girişimleriyle Almanya, bir dizi savaş sonucunda siyasi birliğini tamamladı ve bugünkü Almanya’nın temellerini attı.
Benzer şekilde, Piyemonte liderliğinde İtalya da siyasi birliğini sağlayarak İtalyan devleti kuruldu.
Birliğini kuran Almanya, güçlü sanayisi için hammadde ve enerjiye ihtiyaç duyuyordu. Bu durum, onu ister istemez sömürgecilik yarışına girmeye zorladı. Almanya da bu pastadan pay istedi.
Bismarck, akıllı bir liderdi ve yaptığı birçok ikili anlaşma ile Almanya’nın güvenliğini büyük ölçüde sağlamıştı. Ancak 20. yüzyılın başında yaşlı Alman İmparatoru ölünce, yerine 25 yaşındaki genç oğlu Wilhelm geçti. Wilhelm, Bismarck’ı istifaya zorladı ve ülke yönetimini tek başına ele aldı.
Wilhelm, sömürge yarışında var olabilmek için İngiltere ve Fransa ile restleşti. Bu restleşme, Almanya’yı kaçınılmaz şekilde bir dünya savaşına taşıdı.
Savaşın ikinci temel nedeni ise Balkanlar’daki milliyetçilik akımlarıydı.
Savaşın fitilini, herkesin bildiği gibi, bir Sırp tetikçinin Bosna’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahdını öldürmesi ateşledi.
Almanya, tedbirsiz davranarak baştan kaybedeceği bir savaşın içine girdi.
Fransa ve Rusya ile iki cepheli bir savaşa kalkıştı. Planı, altı hafta içinde Paris’e girmek ve ardından Galiçya Cephesi’nde Rusları yenmekti. Ancak bu hedeflerin hiçbiri gerçekleşmedi.
Osmanlı Devleti ise İttihatçıların stratejik hataları ve Abdülhamid’in geleneksel denge politikasını dışlayarak, Almanya’nın oldubittisiyle savaşa katıldı. Osmanlı Ordusu, başta Çanakkale olmak üzere dört cephede savaştı.
Sonuç ise Almanya ve müttefikleri için tam bir hüsran oldu.
Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, savaşın sonunda dağıldı.
Çanakkale Savunması nedeniyle İngiltere ve Fransa’dan yardım alamayan ve derin bir yoksulluk yaşayan Rusya’da rejim çöktü. Lenin’in gerçekleştirdiği devrimle Rusya tarih sahnesinden çekildi ve SSCB kuruldu.
Avrupa, savaşı bitirdi ancak başta Versay Anlaşması olmak üzere imzalanan birçok antlaşma, kaybeden taraflara çok ağır yükler yükledi. Bu yüzden bu antlaşmalara, savaşı bitiren değil, yeni bir savaşı başlatan antlaşmalar dendi.
Yenilen devletlerden alınan büyük tazminatlar, Alman ekonomisini çökertti.
Bunun dışında, Batı demokrasisine duyulan güven sarsıldı ve toplumlar, kendilerince karizmatik ve güçlü gördükleri liderlerin etrafında birleşmeyi tercih ettiler. Bu durum, dünyada totaliter rejimlerin yükselişine neden oldu.
ABD, İngiltere ve Fransa gibi az sayıda ülke, bu totaliter rejim furyasına bulaşmamayı başarabildi. Ancak Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, İspanya’da Franco, Portekiz’de Oliveira ve Rusya’da Stalin gibi liderler bu dönemin simgeleri haline geldi.
Özellikle Hitler, “Versay’ın zincirlerini kıracağız” söylemiyle iktidara geldi. Ülkedeki Yahudilerin mallarına el koyup, onları gaz odalarına göndererek Alman ekonomisini bu yolla düzeltmeye çalıştı.
1939’da Hitler’in Polonya’yı işgaliyle İkinci Dünya Savaşı başladı. 1945’e kadar süren bu savaş, ilkinden çok daha ağır maddi ve manevi kayıplara neden oldu. Savaşın sonunda ise bilinen bir son yaşandı: Japonya, iki şehrini yerle bir eden atom bombalarıyla savaşın en acı sonuçlarını yaşadı.
Türkiye, bu savaşta İsmet İnönü’nün büyük diplomatik başarısıyla tarafsız kalmayı başardı ve büyük bir yıkımdan kurtuldu.
Elbette dünya, 1945’ten sonra büyük bir dünya savaşı yaşamadı, ancak ikili ve bölgesel savaşlar hiçbir zaman sona ermedi.
Eğer böyle bir savaş çıkarsa, yıkıcı etkileri iki dünya savaşının toplamından onlarca kat fazla olur. Yüz milyonlarca insan yaşamını yitirir ve birbirine entegre olmuş dünya ekonomileri, savaş olsun ya da olmasın, her yerde çöker.
Unutmayalım ki Birinci Dünya Savaşı’na, toplam dünya nüfusunun yarısına sahip on ülke katılmıştı. O dönemde dünya nüfusu 1.6 milyar civarındaydı ve savaşta toplamda 20 milyon sivil ve asker hayatını kaybetti.
İkinci Dünya Savaşı’nda ise dünya nüfusu 2 milyarın hemen altındaydı. Bu savaşta, 21 milyon asker, 42 milyon sivil ve 6 milyona yakını Yahudi soykırımında olmak üzere yaklaşık 70 milyon insan yaşamını yitirdi.
Bugün, dünya nüfusu 8 milyar civarında ve devletlerin ellerinde çok daha büyük yıkımlara neden olabilecek yeni nesil nükleer ve konvansiyonel silahlar bulunuyor.
Rıdvan Karapehlivan
Bakırçay Bölge Gazetesi
YORUMLAR