“BİR DAHA KRİZ YAŞAMAK İSTEMİYORSAK ÜRETİM EKONOMİSİNE GEÇMELİYİZ”
Ak parti hükümetlerinin en beğendiğim yanı ekonomideki başarılarıydı.
Göreve geldiklerinde Türkiye büyük bir kriz atlatmış İMF’nin kucağına düşmüş fakat toparlanma sinyalleri vermeye başlamıştı.
Ak Parti ekonomi yönetimi 15 yılda iyi işler yaptı.
Önce rotayı AB’ye çevirdi. Demokrasi dedi, insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü ile serbest piyasa dedi.
Bu olumlu adımlar ekonomide meyvelerini verdi.
Türkiye Ak Partinin 5 yıllık döneminde 2007 yılına kadar adeta ekonomik büyümede patlama yaşadı üst üste ekonomi 28 çeyrek büyüdü ve ekonomimiz o yıllarda 4 kat büyüdü.
2008 yılında da iyi idare ettik. Tüm dünyayı saran global kriz bizi Sayın Erdoğan’ın deyişiyle bizi teğet geçti.
Ekonominin motoru 2013 de ısınmaya başladı. 2016 yılındaki darbe girişiminden sonra asıl darbe yabancı yatırımcıdan geldi ekonomi 1 sene kendine gelemedi
Bir sene sonra ekonomi yine toparlanmaya başladı 2017 yılının son çeyreğinde yine şaşalı büyüme rakamlarına döndük.
2017 yılının son çeyreğinde Türkiye de büyüme oranı yüzde 7.3 olarak gerçekleşti. Bunun ile Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) bir önceki yıla göre yüzde 19 artarak, 3.1 trilyon TL olurken, kişi başı gelir ise 10 bin 597 dolar olarak hesaplandı dolar bazında GSYH ise 800 milyar oldu.
2018 yılında TL şu anki resmi kurlara göre yüzde 60 civarında değer yitirdi.
Bu değer yitirişi, belli bir noktaya kadar ekonomik rasyolar ve rakamlar ile açıklanabilirdi.
Bu da kuru beş TL civarına en fazla getirebilirdi. Ondan sonrasın da ise ABD ile yaşanan siyasi kriz ve ABD’nin 30 dünya ülkesi ile bize açtığı ekonomik savaş etkili oldu. ABD yönetimi ve başkanı resmen TL üzerinde operasyon yaptılar.
Peki bu kurların artması bu kadar önemli mi?
Milli gelirimizi TL’ye çevirip hesaplarız olur biter diyebilirsiniz
Temel sıkıntımız döviz borcumuzun çok olması şu anda Kişi başı gelir yaklaşık 6500 dolar, dolar bazında GSYH da yaklaşık 500 Milyar, yani 3 ayda milli gelirimiz toplamda 300 milyar dolar azalmış durumda.
Bu elbette borçlarımızın milli gelire oranını çok olumsuz etkiliyor brüt dış borç stoku 2017 başında 412 Milyar USD idi. O zaman Brüt dış borç GSYH’ya oranı % 49 a ulaşmıştı şimdi ise bu oran yüzde 90’ı geçmiş durumda.
İkinci tehlike ise özel şirketlerin döviz kurundaki artış nedeniyle sermaye yeterlilik oranlarının hızla düşmüş olması bu şirketleri sıkıntıya sokuyor ve dış tehditlere açık hala getiriyor.
Peki bundan sonra ne yapmalıyız?
Bir kere Türkiye artık geleneksel dış politikasını bir kenara bırakmalı ABD’nin kayığına binmekten vazgeçmelidir. ABD’yi bırak stratejik müttefik, müttefik olarak bile görmemelidir.
Yeni arayışlar peşinde olurken AB ihtimali tekrar kuvvetle gözden geçirilmelidir. AB üyesi olmuş bir Türkiye ABD’nin açık hedefi haline gelmez,
Ne olursa olsun başta tarım olmak üzere sanayi de bir tüketim ekonomisi değil de bir üretim ekonomisine süratle dönmeliyiz. Kamu harcamalarında tasarruf yaparken halkımız da ithalatı kamçılayan lüks tüketimden vazgeçmelidir.
Bunlar olursa zaten ülkemiz de bu günleri çabuk atlatır doğal kaynakları, yetişmiş ve genç nüfusu ile olduğu yerden çok daha iyi konuma gelir.
RIDVAN KARAPEHLİVAN / BAKIRÇAY BÖLGE GAZETESİ
YORUMLAR