Üretimin iktisatta 4 önemli faktörü vardır: emek, sermaye, hammadde ve müteşebbis yani girişimci.
Bu 4 faktör kapitalist sistemde bir araya gelirse üretim olur.
Sosyalist ve komünist ekonomilerde ise girişimci özel sektör değil kamudur.
Üretim de 2 ana kalem üretim yapılır; bir yatırım malı diğeri ise tüketim malıdır; yatırım malı tekrar üretmek için fabrikalarca ve üretim tesislerince kullanılır; tüketim malı ise nihai tüketici tarafından kullanılır.
Elbette üretim yaparken stratejik kararlar almak lazım hangi mal üretilecek? niçin kimin için ve nerede üretilecek bir de diğer üretici devletlere göre hangi mukayeseli üstünlük nazariyesine göre üretilecek?
Dediğim gibi bunlar hep stratejik kararlar neticesinde yapılacak işlerdir.
Ülkemiz yeterince üretebilmekte midir?
Son günlerde üretim ekonomisi herkesin dilindedir; sokaktaki insandan, mahalle kasabına, bakkalına kadar herkes üretemediğimizden bahsetmektedir.
Niçin üretemiyoruz. Ya da sınırlı üretim yapmaktayız bunun elbette bir çok ekonomik- kültürel ve toplumsal bir çok nedenleri vardır.
Türkler -Osmanlı döneminde genelde köylü ya da asker olmuşlardır.
Üretim ekonomisi ve ticaretin içinde yer almamışlardır.
Hatta ticaret yapmak sadece yabacıların yani içerdeki azınlıkların işi sayılmış ticaret vb faaliyet ile uğraşan Türkler ayıplanmıştır..
Osmanlı da ilk kez üretimin önemini fark eden Sultan 2. Abdülhamit olmuş; İstanbul ve Anadolu da fabrikalar açmaya çalışmış ticaretin önemi için o zamanın demiryollarının ehemmiyetini anlamış,
Alman Krupp firmasıyla İstanbul- Bağdat ve Hicaz demiryolunun yapımını başlatmıştır.
Bu geleneği Atatürk Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da sürdürmüş dünyada asıl olanın iktisadi savaş olduğunun farkına vararak onlarca fabrika kurmuş ve devlet eliyle kalkınma için kamu iktisadi teşebbüsleri oluşturmuştur.
Türkiye de 1930’lı buhranlı yılların başında bir uçak fabrikası olduğunu düşünürsek. Ve Nazilli gibi bir Anadolu kasabasında basma fabrikası kurulduğunu düşünürsek yapılan işlerin az da olduğu söylenemez
Tek parti yıllarından sonra ise 1950’li yıllarda Demokrat Parti döneminde bu kez de özel teşebbüs eliyle kalkınma hızlandırılmış tarımsal üretim modernize edilerek artırılmıştır.
1970 li yıllarda ise tüm siyasi çalkantılara rağmen ülke devlet eliyle bu kez alt yapı yatırımları hızla tamamlanmış. Barajlar – yollar ve köprüler hızla ve çokça yapılmıştır.
1980’li yıllarda Özal’ın gelişiyle ithal ikameci üretim modeli terkedilmiş ihracata dayalı ya da ihracatın önderlik ettiği bir üretim ve ekonomi modeline geçilmiş.
Türkiye; ulaşım, tekstil, ve turizmde ciddi sıçramalar yapmış konut hamleleri ve gıda sektörünün canlanmasına şahit olmuştur.
2000’li yıllarda başa gelen Adalet ve Kalkınma Partisi ağır bir ekonomik krizden ülkeyi devir almış gibi gözükse de aslında, İMF ve Dünya Bankası destekli sıkı bir ekonomik programın disipline ettiği bir ekonomiyi devir almıştır.
2010 yılına kadar ABD’nin ucuz dolar politikası, cari açıkla finanse edilen güçlü ve yüksek hızda bir ekonomik büyüme modeli tercih edilmiş özelikle devletin önderlik ettiği yol köprü tünel vb altyapı yatırımları ile konut ve inşaat sektöründe büyüme tercih edilmiştir.
Bu politikanın doğru olup olmadığı ekonomistlerce günlerce tartışılabilir ülke tamamlanan altyapısı ile üretim ekonomisine geçmeye hazırdır.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin büyüme politikalarında yanlış olan bence konut ve inşaat sektörüne verilen önemdir burada istihdam hem geçiçidir. Hem de üretkenlik olayı sıfıra yakındır.
Ama yol köprü baraj havalimanı vb yapılan yatırımlar bazı abartılar taşısa da doğrudur. Bunlar olmadan ticaret ve üretim ekonomisi gelişemez.
Ülkemiz bir kriz hatta “stagflasyon” yani enflasyon içinde durgunluk ekonomisine sahip olsa da üretim için yetişmiş işgücü, girişimci ve doğal kaynak, hammadde kapasitesine fazlasıyla sahiptir.
Eksik olan sermayedir yani iç tasarruflar yetersizdir bu yüzden dış sermayeye ihtiyaç vardır. Bu da bazı şartlar içinde iktisadi güven ve siyasi istikrar ve en önemlisi serbest Pazar ve demokrasinin kuralları içinde ülkemize gelir.
Esasen ülkemizde Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan Ak Parti'de bu eksikleri gördüğü için yeni siyasi oluşum arayışlarına girmiştir.
Tayyip Erdoğan’ın bunların elindeki kozu almak için yapacağı şey partiye 2004 – 2007 ruhunu geri getirmesidir; yani reform ve demokrasi çabaları, kabataslak bu iki şeyi yapar ve reformcu bir kabine toplar ise ülkemiz üretim ve borçlarını çevirmek için gerekli sermayeyi kolaylıkla bulacak potansiyel ve dinamiklere sahiptir.
Rıdvan Karapehlivan / Bakırçay Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
YORUMLAR