Son bir haftadır TÜSİAD ile iktidar arasında yaşanan gerilim, ülkemizde sermayenin gücü var mı yok mu tartışmasını bir kez daha hatırlattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin kongresinde yaptığı konuşmada özetle TÜSİAD’a seslenerek, "Yeni Türkiye'de haddinizi bileceksiniz. İş adamı derneğiyseniz iş adamı derneği gibi davranmayı öğreneceksiniz," dedi.
Hülasa, bu konuşmayı ve sözleri tartışmak yerine ben daha çok ülkemizde bir sermaye sınıfı tam anlamıyla oluştu mu? Siyasete yön verme, hatta hükümetin şekillenmesinde belli bir gücü ve kapasitesi var mı? Daha çok onu irdelemek istiyorum.
Batı'da bilindiği gibi önce Aristokrasi sınıfı oluştu. Bu sınıf, sanayileşme süreci ile burjuvaziye dönüşerek sermaye birikimini ele geçirmeye başladı. Fransız Devrimi ile Avrupa'da gücünü daha da artıran bu tabaka, bilimsel gelişme, sanat ve üniversiteleri de destekleyerek Batı'nın her alanda hızlı gelişmesinde büyük rol oynadı ve kapitalist sistem oturdu.
Aynı dönemlerde Osmanlı'da ise durum çok farklı idi; Aslında Osmanlı'nın da belirli bir sermaye birikimi vardı fakat bu birikim gayrimüslimlerin elindeydi (Ermeni, Rum, Yahudi, Süryaniler). Bunlar ticaret, finans, zanaat gibi işlerle uğraşıyorlardı. Ayrıca imparatorluğun komprador burjuvazisiydi yani Müslüman üreticiden aldıkları malları Avrupalı tüccara satıyorlar, üretici ile alıcı arasında köprü oluşturuyorlardı.
Devletin aşırı merkeziyetçi yapısı, coğrafi keşiflere katılmayarak koloniler oluşturulmaması; sermaye birikimi yarışında Osmanlı daha da geride kaldı.
Tabii zamanında Kanuni döneminde Fransızlara verilen kapitülasyonlar, imparatorluktaki diğer azınlıklara da tanınmaya başlandı.
İmparatorluğun güçlü döneminde bu kapitülasyonlar pek sorun yaratmasa da düşük gümrük vergileri nedeniyle imparatorluk tamamıyla Avrupa malları ile doldu. Geleneksel üretim, sanayi üretimi ile baş edemeyince Osmanlı'da yerli üretim tamamen çöktü.
Bu kapitülasyon sistemi, ileride iktidara gelecek İttihat ve Terakki Partisi tarafından sömürge paylaşımında gözünü Osmanlı'da yaşayan azınlıkların mallarına diken İmparatorluk Almanya’sının da teşviki ile İttihat ve Terakki azınlıkları ülkeden kovarak mallarına el koymak ve Müslüman Türk Burjuvazisi oluşturma gayretleri de bu çerçevede içinde oluşmaya başladı.
Kurtuluş Savaşı sonrası İttihat ve Terakki'nin milli ve yerli burjuvazisi felsefesine uyan yeni Cumhuriyet kadroları ve Atatürk, azınlıkları dışarı çıkararak milli bir sermaye birikimi oluşturmaya çalıştı.
Atatürk döneminde “eklektik model” de denilen karma ekonomi, devlet harcamaları ile KİT ve diğer devlet iktisadi kuruluşları oluşturuldu.
Atatürk’ün bu modeli umulandan daha başarılı olurken, o zamanlar güçlü lira politikası ve dünyaya ekonomik açıdan çok fazla entegre olmadığımız için dünyayı kasıp kavuran 1929 iktisadi buhranını pek zarar görmeden atlatmış olduk.
Elbette Türkiye'de geçen iki yüzyıla rağmen sanayileşme tam anlamıyla olmadı ve güçlü sermayeyi temsil eden burjuvazi sınıfı pek güç kazanamadı.
Avrupa'da ticaret burjuvazisi, Haçlı Seferleri'nden sonra 1300’lü yıllarda palazlanmaya başladı. Coğrafi keşiflerle bu sınıf gittikçe güçlendi ve bu burjuvaların çocukları eğitim, bilim, sanat ve düşüncede yaptıkları atılımlarla sanayi burjuvazisine evirildi.
Bizde ise bugün siyasetçiler ile hep itham edilen komprador burjuvazi denilen burjuvazi düzeyinde kaldı.
Elbette bunun ardında tarihsel ve geleneksel birçok neden olsa da; ülkemizde devleti kontrol edenler, ekonomiyi de hep kontrol etmek istedi.
Ülkede devlet en büyük işveren oldu. Kamu kaynakları dışında özel kaynaklarını da dağıtım ve organizasyonunda kamu hep başat rol oynamak istedi.
İnternetin hızlanması ile dünyada özellikle ABD'de yepyeni zenginler ortaya çıktı. İnovasyonlar ile 20 yıl önce adı sanı duyulmayan kişiler, yaptıkları buluşlar ile dünya ekonomisine hakim oldular.
Bunlara örnek verirsek: bugünlerde çok gündemde olan, Elon Musk, Jeff Bezos, Larry Ellison, Mark Zuckerberg, Bernard Arnault, Larry Page, Sergey Brin, Warren Buffett.
Bu 8 kişilik liste arasında 6 ismin 20 yıl önce esamisi bile okunmuyordu. Sadece ABD’li yatırımcı Warren Buffet ve Fransız kozmetikçi Bernard Arnault biliniyordu.
Türk sermayesi elbette bu süreci iyi yakalayamadı.İnovasyon ve yenilenme konusunda bir türlü istenileni yakalayamadılar.
Buna Ar-Ge’ye ayrılan kaynakların azlığı, art arda yaşanan ciddi ekonomik krizler ve devlet ile birlikte hareket ederek imtiyaz zengini olma (maden, GSM operatörlüğü hakkı, kamu ihaleleri) hayallerinin hiçbir zaman sönmemesi çok etken oldu.
Bence artık TÜSİAD-siyaset çatışmasının bir kenara bırakılmalı ve taraflar bir araya gelerek nasıl daha iyi oluruzun çalışmasını yapmalı.
Devlet, havuç ve sopa politikası uygulayarak değil de serbest piyasa koşulları altında ekonomik büyüme ve sermaye birikimi çabalarını hızlandırmanın çarelerine bakmalıdır.
İş dünyası da devlete güvenmeden vergi affı, teşvik vs. istemeden yenilik, inovasyon ile yatırımları çoğaltmanın yolunu bulmalıdır.
RIDVAN KARAPEHLİVAN
YORUMLAR