“Gülümseyen Kat Hizmetleri / Smiling Housekeeping”
2019 yılının sevgililer günüydü. Foça Halim Foçalı Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi ( Turizm Otelcilik Meslek Okulu) yönetiminin düzenlediği toplantının davetlisiydim. Çok büyük istekle katıldım toplantıya. Unutmadan söyleyeyim davete Foça ve bölgeden çok sayıda işletme sahibi ve yöneticiler katılmıştı. Aynı zamanda Çeşme’den Kuşadası’ndan gelenler bile vardı. Uzaktan davete icabet edenlerin bir kısmı, bu yaz işletmelerinde çalıştıracakları stajyer öğrenci konusunu konuşmaya, öğrencileri izlemeye ya da bu günden taleplerini iletmeye gelmişlerdi.
Davetin sebebi esasında her zamankinden biraz farklıydı. Okulun bir grup öğrencisi, Türkiye – AB Erasmus Programı dahilinde gittikleri Almanya’nın başkenti Berlin’den yeni dönmüşlerdi. Oradaki izlenimlerini anlatacaklardı. Öyle de oldu.
Grup 6 kız öğrenci, 4 erkek öğrenci ve 2 öğretmenden ibaretti. Berlin’de bir otelde “Gülümseyen Kat Hizmetleri / Smiling Housekeeping “ çerçevesinde mesleki eğitimine katılmışlardı. Burada gördüklerini,yaşadıklarını, çalışmalarını, edindikleri tecrübeleri okulda düzenlenen toplantıda heyecanla, zevkle anlattılar. Belli ki yaşadıklarından gördüklerinden etkilenmişlerdi.
Program ve uygulama gerçekten hoşuma gitti
Program ve uygulama gerçekten hoşuma gitti. Keşke tüm okullarımızda benzer uygulamalar olsa diye içimden geçirdim. Ara verildi. Okulun koridorunda ziyaretçilere okulun mutfağında hazırladıkları ikramları sundular. Ben bu kadar nefis hazırlanmış böreğe ilk defa rast geldim. Çok lezzetliydi. Şekerim olmasına karşın kendimi frenleyemedim. 3-5 parça afiyetle yedim. Tekrar oturuma geçildi. Okul Müdürü Sami Bilgi ve Rıdvan Taşkın hocamız, biz katılımcılara ara sıra konuyla ilgili fikrimizi görüşlerimizi sordular. Söz alanlar,soru soranlar, fikirlerini söyleyenler oldu. En ön sırada oturuyordum. Okul yönetimi az da olsa tanıdığı ve özgeçmişimi bildiği için; “Meslek duayeni Sebahattin bey’in de söyleyeceği bir şey var mı?” diye sorunca, açıkça söyleyeyim gelen bu sorudan memnun oldum. Ayağa kalktım. En başta salonda bulunan öğrencilere, ardından konuklara hitaben içinde bulunduğum duyguları mı, şu şekilde paylaştım:
Size meslektaşlarım demek istiyorum
Sevgili öğrenciler, Size gençler.! Arkadaşlar.! demek istemiyorum. Size , Sevgili meslektaşlarım demek istiyorum, diyerek söze başladım . Şimdi söyleyeceklerimin veya anlatacaklarımın bir bölümü size sürpriz gelebilir. Sevgili hocalarımızı ve siz değerli meslektaşlarımı dinlerken tam elli üç yıl geriye gittim. Evet 53 yıl önce bende sizler gibi Turizm ve Otelcilik öğrenmek için bu sıralarda oturuyordum. Beni o yıllara götürdünüz, nostalji yaşattınız. Hepinize tek tek teşekkür ederim. Size meslektaşlarım diyorum. Çünkü ben yarım asır önce Türkiye’nin ilk otelcilik okulu olan Ankara Otelcilik Okulu’nun öğrencisiydim. Bu bakımdan hepimiz ile meslektaşız. Bunu çok önemsiyorum. Çünkü Turizm sektörüne gönül veren, emek harcayan, eğiten, öğreten, çalışan herkesi çok seviyor ve çok taktir ediyorum. Çünkü onlar bir yandan bacasız sanayi olan turizm çalışanları ve emekçileri, diğer yandan barışın temsilcileri, elçileri olarak ülkemiz kalkınmasına ve tanıtımına doğrudan fayda sağlayan kesimin ta kendisidir.
Ben de, bu gün sizlerin yüzünde gördüğüm heyecanı, 53 sene önce, o zaman ki adıyla Ankara Otelcilik Okuluna adımımı attığım ilk günden duyduğum o heyecanı, bu güne kadar hiç kaybetmedim. Mesleğine hayran, işini severek yapan ve bunu da yarım asırdan fazla sürdürebilen az sayıda turizmciden birisiyim. Orta okuldan sonra, sınavlarına girdiğim birkaç meslek lisesinde okuma hakkını kazanmama rağmen, seve isteye Otelcilik Okuluna gittim, kaydımı yaptırdım. Türkiye’de henüz daha Turizmin çok ama çok az bilindiği, içlerinde Bosfor Turizm Acentasının da olduğu (o zamanlar meşhurdu) sadece 10 -15 tane acentenin bulunduğu “turistin tanımının yapıldığı” o yıllardı. Okulda, çok başarılı değildim. Orta halli bir öğrenciydim. Ancak mesleği sevmemin yanı sıra meslekte yabancı dilin ve çalışkanlığın önemini kavramış olmalıyım ki, yabancı dil öğrenmeye ve çalışkan olmaya gayret gösterdim.
Bazı dersler için burun kıvırırdık. Meğer!
Elbette bunun dışında Kat, Resepsiyon, Servis, Mutfak gibi temel eğitim derslerinin yanı sıra, “Adab-ı Muaşeret Kuralları Dersinin” ilerleyen yıllarda, çalışırken veya iş dünyasına atıldığımızda ne kadar çok gerekli ve faydalı olduğunu, hayat standartlarımızı yükselttiğini gördük ve yaşadık. O zaman bu dersler için burun kıvırıyorduk. Sonradan gördük ki bu dersleri müfredata koyanların bir bildiği varmış. Çünkü, yemenin, içmenin, ağır oturup kalkmanın, tatlı dilin, güler yüzün, efendiliğin, kibarlığın, sempatikliğin, doğruluğun, dürüstlüğün, saygılı, temiz ve bakımlı olmanın Turizm sektörü için önemini yaşadıkça gördük, daha iyi anladık.
Hele hele “Tesisat Bakım Onarım Dersi” vardı ki. Okulun kalorifer dairesine inip ocağa kömür sallarken gömlek kirlendi tozlandı diye feryat eder, “biz kaloriferci miyiz”? diye sitemkar konuşur müfredata kızardık. Meğer ne önemliymiş. Bunları öğrenmeseydik, tesis işletirken en ufak bir arıza olduğunda, çağırdığın ustanın gelmesini bekleyeceksin, o gelinceye kadar müşteri memnuniyetini sağlayamayacaksın. Oysa hiç önemsemediğimiz o dersler sayesinde, bu gün çok rahat eder duruma geldik. Bir arıza karşısında paniklemeden tornavida, çekiç, pense ile geçici, bazen de kalıcı çözümler bularak hem harcamaları azaltıyor, hem de müşteri memnuniyetini sağlıyoruz.
Hocalarımızın yabancı dil ve çalışkanlık üzerine anlattıkları kafama öyle yerleşmiş olacak ki, büyük bir hırsla yabancı dil öğrenirken diğer yandan da akşamları otellerde ekstra çalışmalara gidiyordum. Haftada en az iki- üç gece ekstra işe gider, birkaç saat çalışır, saati on liradan paramı kazanır cebime koyardım. Para kazanmanın yanı sıra uygulamalardan dolayı mesleki tecrübem de arttı. Son sınıfa geldiğimde, öğretim yılı başında, Ankara’da bir otelin gece müdürlüğü görevini üstlendiğimde, yaşım henüz on sekiz bile değildi. Büyük Millet Meclisi’nin yapıldığı yıllarda inşa edilmiş, ağırlıklı millet vekillerinin konakladığı, klasik tarzda dekore edilmiş bir otelde gece müdürlüğü görevini üstlendim. Başta başaramam diye çok korkuyordum. Böyle zamanlarda özgüven belirleyici oluyor. Kendi kendimi “haydi kalk yürü sen bunu da becerirsin” diye motive ettim. Bir akşam iş başı yaptım. 2 gün işimi öğrettiler. 3. Gün kendimi sanki 10 yıldır bu işte çalışıyormuş gibi hissettim. Yabancılık tez bitti. Burada 6-7 ay çalıştım. Bana tecrübe, itibar ve sorumluluk anlayışı kazandırdı. Parası da güzeldi. Genç yaşıma rağmen yüksek maaş alıyordum.
Oysa çok değil daha iki sene önce İstanbul’da staj için birkaç sınıf arkadaşımla birlikte iş başı yaptığımız tesiste, çekirdekten yetişen şeflerimiz bize köle muamelesi yapıyordu. En ufak bir hata da, değil bize hoş görülü yaklaşmak, veya bizi mesleğe kazandırmak, bilek kemiklerimizi tekmeliyorlar, kulağımızı çekiyorlar, puanlarımızı kırıp tipten pay almamızı engelliyorlardı. “Siz.! Mektepliler yakında bizi işimizden edeceksiniz” gibi abuk sabuk konuşuyorlardı. Tekmelerin acısından bazen sabahlara kadar uyuyamazdık. Bazı geceler yüzlerce insanın ayak bastığı halıların üzerinde uyur veya sandalye üzerinde tüner, sızar kalırdık. Ben ve arkadaşlarım okulda aldığımız ve bize aşılanan turizm aşkı ile dayandık. Zaten stajı yarıda bırakıp gidemezdik. Staj yapmayan sınıfta kalırdı. Bunu da kimse göze alamazdı. Bu ve benzer şeylerin sonucunda, maalesef daha işin başında, bazı arkadaşlarımın meslekten soğuduğunu, başka işlere soyunduğunu gördükçe içim yanardı.
Almanca’yı Almanya’da Öğrenmek Şart Oldu
Son sınıfın son günleriydi. Okuldan bir bildiri aldım. Okulun ayarladığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın da onayladığı yurt dışında stajdan bahsediliyordu. Kulaklarıma inanamadım. Almanya’ya bir seneliğine staja gidecektim. Stajın iki amacı vardı, birincisi mesleki olarak kendimizi geliştirmek, ikincisi okulda öğrendiğimiz iki yabancı dilin yanına, Almanca’yı da katmaktı. Kolay değildi. Ben ve arkadaşlarım bir senede ana dilimiz gibi Almanca’yı öğrenmek, ardından okula dönmek ve okul bitirme sınavlarını Almanca dili üzerinden vermek zorundaydık. Öyle de oldu. Almanca’yı da en iyi şekilde öğrenmek üzere her fırsatta konuşmaya, dinlemeye, yazmaya çalışıyordum. Hatta çabuk öğrenmeme katkısı olsun diye, Almanca’yı hiç bilmediğim halde, ehliyet kursuna bile yazılmıştım. İyi ve çalışkan olmak zorundaydık. Çünkü stajyer öğrenci maaşı 250.-Mark’tı. Bunun da her ay 75.- Markını kesiyorlardı. Kötü halimiz görürlerse, kestikleri para ile uçak bileti alarak geri gönderiyorlardı. Bu da beni yıldırmadı, aksine kamçıladı. Bu bir yıllık süreçte Almanca’yı öğrendim. Mesleki olarak kendimi geliştirdim. Okul bitirme sınavlarını Almanca dili üzerinden verdim. Almanya’da staj yaptığım otelin sahibinin isteği üzere, yeniden Almanya’ya döndüm. Çok çalışmak, para kazanmak, para biriktirmek en büyük amacımdı, öyle de oldu. Birkaç sene içinde günde minimum 14-15 saat çalışarak para biriktirdim. Bu arada meslektaşım Nalan Hanımla Almanya’da 1972 yılında evlendim. Devletin on sente muhtaç olduğu 60’li yıllarda bizleri bağrına basarak, yatılı okutarak, tepeden tırnağa giydiren, kuşatan, sıra- kitap- defter- öğretmen veren eğiten, diplomalarımızı ellerimize tutuştururken, “Şimdi sıra sizde, ülkenin herhangi bir yerine gidin, gittiğiniz bölgenin turizmde kalkınması için, elinizden geleni yapın. Devlet sizden bunu bekliyor” diye diye, iş bu bilinci kafamızı sokan ve bizleri sorumluluk duygusu ile donatan hocalarımızı dinledik. 1981 yılında ülkemize döndük. Beraberimizde getirdiğimiz para ile Foça’nın ilk otellerinden birini açtık. O günden beri her yıl yaz aylarında başta Ankara Otelcilik Okulu olmak üzere, emsal okullardan stajyer öğrenci almaya çalıştım. Öğrencilere okulda öğrendiklerinin üstüne kendilerini geliştirmeleri, mesleği sevmeleri ve sektörde kalmalarını konusunda elimden geleni her şeyi yaptım. Bu çerçevede işletmemizde yetiştirdiğimiz stajyer öğrencilerinin Kıbrıs’tan Tacikistan’a, İngiltere’den Amerika’ya olmak üzere Dünya’nın dört bir yanında çalıştıklarını görmek bana huzur ve mutluluk vermektedir.
Şimdi sıra sizlerde
Sizlerin de kendinizi yetiştirmiş, geliştirmiş turizmi seven, işine ve mesleğine hayran meslektaşlar olarak önce kendinize, sonra ailenize ardından ülkenize faydalı olmanızı yürekten temenni ederim, diyerek sözlerimi tamamladığımda öğrencilerin biraz şaşkın, biraz da anlam dolu bakışları gözümden kaçmadı. Davete icabet etmek, aralarında olmak, onları dinlemek, anlamak beni çok mutlu etti. Toplantıda duyduklarımdan, gördüklerimden dolayı emeği geçen öğretmenlerimizle ve genç meslektaşlarımla gurur duydum.
Sebahattin Karaca
Not: Değerli okurlarım, yayınlanan diğer yazılarıma www.sebahattinkaraca.com sitesinden erişebilirsiniz.
YORUMLAR