PETRA PETRA
Midilli Adası'na gitmek üzere düştük yine yollara. Bu defa ailece ve kendi aracımızla gidelim dedik. Aksi taktirde adaya varınca iki araç kiralayacaktık.
Foça- Ayvalık yolculuğu yoğun sisten dolayı uzadı. Tedbiren erken yola çıktık. İyi de olmuş. Aliağa’dan sonra Bergama’ya kadar yoğun sis nedeniyle ilerlemek çok zaman aldı. Ucu ucuna vapurumuza yetiştik.
Turyol ile kısa süre sonra Midilli (Lesvos) Adası'nın aynı zamanda başşehri olan Midilli’ye (Mytilene) vardık.
Rutin kontrol ve kayıtlardan sonra, tarihi ve turistik yerlerden Agiasos’u gezdik dolaştık.
Çok beğendik. Akşam olmak üzereydi. Polimari’ye gidip orada konaklayalım diye düşündük.
Nazik ve kibar birisi olan Paris Agiakatsikas’ın yönettiği Irini Apart’a yerleştik. Apartın önündeki plajdan denize girerek günü tamamladık.
Uzun yol uzun gün derken hayli yorulmuştuk. Ertesi gün Poliari şehir turunun ardından Gera körfezinin kenarındaki Perama’ya geçtik, beğendik. Oradan daha önce 4 kere gittiğim,hep beğenerek gezdiğim Molyvos’a (Mithymna) geçtik.
Bizans döneminde antik Mithymna kalesinin kalıntıları ile inşa edilen, adanın ikinci büyük kalesi olan, Osmanlılar zamanında da onarılan Molyvos kalesini ziyaret ettik.
Ziyaretin yorgunluğunu muhteşem manzara eşliğinde Panagiotis Vaxevanis’in Restauranı Gatos’da attık. Panagiotis’in bizzat kendisinin hazırlayıp sunduğu lezzetli yemekler taktire değerdi.
Petra’ya varış
Şehir turunun ardından önceden planlandığı gibi Petra’ya geçtik.
2 sene önce uğramıştım, kalışım 1 gece olduğundan ve tadı damağımda kaldığından bu sefer Petra’da 2-3 gece konaklayacak, dinlenecek, kısa mesafede bulunan Sigri, Andisa, gibi görülecek yerleri gezecektik.
Çok yakında ceviz ağaçları ve kavakların bolluğu ile bilinen Petri’yi de görmek lazım.
Petra, Molyvos’a çok yakın,6 Km mesafede ve denizi çok güzel, çok temizdi. Mavi bayraklıydı. 300 metre kadar uzundu.
İlk gördüğümde bende hayranlık uyandırmıştı. Biraz ileride 3 ıssız adacık var. Bitki dokusu, florası, kuşları ve ekolojik yapısı ile korunan alanlar sınıfına girmiş.
Eylül ayının son günleri ve çok miktarda konaklama tesisi olmasına karşın yer bulmakta zorlandık.
Her taraf turist kaynıyordu. Turistler başta Hollanda – Almanya – İskandinav Ülkelerinden geliyorlardı.
Gördüklerime inanmakta zorluk çektim. İki odalı bir apart bulabilmek için mübalağasız 10 apart hotele yer sorduk.
Çoğunu da telefonla aradık. Pek çoğunda resepsiyon yok. Varsa da çok küçük, burada resepsiyon hizmeti veriyorlar. Kapıya ilgili kişinin telefonunu asmışlar.
Arayıp oda var mı diye sorduk. Yer varsa, bir yerden gelip işlemleri yapıyor ve anahtarı teslim ediyorlar.
Öyle bizde ki gibi 7/24 saat resepsiyon görevlisi bulundurma alışkanlıkları yok.
Buna karşılık apartların girişinden çıkışına, odalar dahil tertemiz, pırıl pırıl ve her türlü hijyen koşullarına sahip.
Sonunda denize sıfır Niki Studıos Sea – Front ‘da rahat , geniş, temiz ve tam donanımlı 2 odalı bir stüdyo bulduk.
Konumu mükemmeldi. Deniz kenarında olan işletmenin, küçük, bakımlı ve bol çiçekli Bahçesinde beş çayı ikram ettiler. Ev yapımı kekler nefisti.
Dinlendikten sonra akşam üzeri şehirde küçük bir tur atalım dedik.
Sahilden şehir merkezine doğru yürümeye başladık.
Uzun sürmedi. Çarşı Pazar yakındı. İlk göze çarpan her tarafından görülebilen Panaya Glikofilusa Kilisesi’ydi.
Ama oraya bugün gidemezdik, yorgunduk. Torunlar küçüktü. Bugün için küçük bir gezinti ardından akşam yemeği yeterli olacaktı.
Restorandan çıkarken, gözüme bir afiş ilişti. Afişte, Nisan'dan Eylül’e kadarı Küçükkuyu – Petra vapur seferlerinin başladığı yazıyordu.
Çanakkale ve İstanbul tarafından gelecekler için güzel bir gelişme, iyi bir adım olmuş.
Rahat bir gecenin ardından...
Rahat ve dinlendirici gecenin sabahında güzel bir güne merhaba dedik.
Kahvaltıdan sonra şehir turu yeniden başladı.
İlk uğrak yerimiz, adanın önemli tarihi ve kutsal yeri olan Panaya Glikofilusa Kilisesi olacaktı.
Petralılar “Burası bizim Meryem Anamız” diyorlar.
Çarşının içinden küçük meydanlardan, dar sokakların arasından birbirinden güzel ve etkileyici dükkanlara kısa kısa göz atarak ilerledik.
Tertip temizlik düzen ve doğal ürünlerle hazırlanmış vitrinler turistleri adeta davet eder gibiydi.
Her taraf şaşırtacak kadar temizdi. Sokakta ne izmarit ne poşet ne pet ne şişe veya ne de bir atık vardı. Hiçbir yerde rahatsızlık veren gürültü, korna, müzik yoktu.
Çarşıya, pazara sevgi ve saygının var olduğu huzur veren dinginlik ve canlılık hakimdi.
Gördüklerime imreniyor, özeniyor neden bizde de olamıyor diye hayıflanıyordum.
Petra’nın Meryem Anası
Birbirinden güzel bakımlı boyalı binaların süslediği birkaç sokaktan sonra Kiliseye geldik.
Çocuklar küçük olduklarından eşim ve kızım aşağıda bahçede kalmayı tercih ettiler.
Ben başladım yavaş yavaş yukarı çıkmaya.
Kilise devasa bir kaya kitlesinin üzerinde kuruluydu.
114 adet basamak vardı. Basamaklar kayayı oyarak yapılmıştı Petra’nın Bizans döneminde.
Akdeniz’de hüküm süren Ceneviz, Venedik, Katalan korsanların sık sık saldırılarına maruz kalmasının ardından korsan gemilerini gözetlemek üzere kilise olarak yapılmış.
Kilisenin duvarlarında; tavanında çok sayıda Bizans İkonlar, daha da önemlisi çok kıymetli bir piskopos tahtı bulunmaktadır.
Deniz kenarında, düz ovada birden göklere 40 metre yükselen devasa kaya üzerindeki kilise şehre ayrı bir güzellik katıyor.
Kasabanın tamamına hâkim, terasından ve gözetleme kulelerinden şehrin manzarası insanın içini rahatlatıyor.
Gloria
Bir süre merdivenlerden koşarak inip çıkan sporcu bir bayanı izledim. Fark etmiş olacak ki, yanıma geldi. Bir taraftan soluklanırken, diğer taraftan da “Turist misiniz?" dedi.
“Evet” dedim.
“Nereden geliyorsunuz?” dedi
“Türkiye’den” dedim.
Çok güzel filan dedi.
Bende “Siz ne yapıyorsunuz? kaç keredir inip çıkıyorsunuz bu merdivenlerden?” diye sordum.
“Adım Gloria, kuaförüm, iki çocuk annesiyim. Molivos koşusuna hazırlanıyorum” dedi.
Ağzım açık kaldı. “İsterse bir kadın, her şeyi bir arada başarabilir” diye düşündüm. Kendisine başarı diledim. Ayrıldık.
Petra’nın denizi, kumsalı, sokakların, meydanların temizliği, dükkanların şirinliği, gürültüden uzak olan yeme içme mekanlarındaki düzen, herkesin görebileceği yerlere asılmış fiyat tarifeleri, mis gibi yemekler, herşeyin başında işini bilen ve severek yapan, pırıl pırıl güleryüzlü servis elemanları, baktığın her yerde görebileceğin telaştan uzak sakin, rahat, gürültü yapmayan kaba saba olmayan huzur veren insanlar arasında olmaya 2 - 3 gün yetmedi.
Bir daha ki sefere kadar hoşçakal Petra.!
Boşuna dememiş Orhan Gazi, “Medeniyet Batıdadır diye.”
Hem de asırlar önce...
Sebahattin Karaca
YORUMLAR