Yıl 1977 Tegernsee’de, eşimle birlikte yaşıyor ve çalışıyorduk. Haftada bir izin günümüz olduğunda yakın yerleri gezer dolaşırdık. Fırsat buldukça da Münih’in altını üstüne getirirdik. Münih şehrinde gezilip görülecek tarihi mekanlar, düzenlenmiş güzel parklar, meydanlar, ortak yaşam alanları, tiyatrolar ve müzeler vazgeçemediğimiz alanlar olmuştu.
Bir izin günümüzde yolumuz Deutsche Museum’a (Alman Teknoloji Müzesi)’ne düşmüştü. Çok beğenmiş hatta abatmadan söyleyim büyülenmiştik. Yıllar sonra müzeyi yenilenmiş yüzü ile ikinci kere gördüğüm 2016 yılında , buraya teknolojiye çok meraklı olan torunum Tarık’ı getirmeliyim diye düşünmüş, hatta çok istemiştim. O bu yıla nasip oldu. 2017 yaz tatilinin ilk günlerinde, İzmir’den bindiğimiz gibi uçağa 2 saat 40 dakika sonra Münih hava alanına indik. Tarık her şeyi izlesin, yaşadığı İzmir’i mukayese edebilsin daha çok görebilsin diye, S bahn ile şehir merkezine gitmeyi tercih ettik. Tarık yol boyu her şeyi izledi. Ara sıra sorular sormayı da ihmal etmedi. Merkeze ulaştık. Otelimize yerleştik. Biraz dinlendikten sonra, akşam dolaşması sırasında ufak tefek alışveriş yaptık.
Şehir turu: Ertesi sabah güzel bir kahvaltının ardından üstü açık otobüs ile şehir turu yapmak üzere hareket noktasına yürüdük.. Hava da çok güzeldi. Bu tur, öğretici ve keyifli olacaktı. Bir kaç dakika sonra otobüs hareket etti. Tarık rehberin Almanca anlattıklarını anlayabilmek için, kulaklığını İngilizceye seçeneğine ayarladı . Anlatılanları dinliyor, gördüklerinden çok etkileniyordu. 17 noktadan oluşan ve yaklaşık 2 saat süren turu tamamladığında, “ dede bu tur iyi geldi. Çok ve gördüm ve çok etkilendim” dedi.
Deusche Museum yakındaydı. Tarihi sokakları, meydanları ve mekanları görmek istediğimizden, yürümeye karar verdik. Münih’in zengin tarihi dokusu ile kalbi olan, Marien Platz’ı geçtik. İsar nehrinin öteki tarafında kurulu müzeye vardık. Bir kaç saat süren ziyaret sırasında, gördüklerine inanamadı. İlk uçaktan, paraşüte, ilk kayıktan, ilk buharlı gemiye , Kanat takıp uçmaya çalışan insandan ilk aya inişe, sayılamayacak kadar ilk buluşlardan öylesine etkilendi öylesine hoşnut oldu ki “inşallah kardeşlerim de görür” diye dilekte bulundu. İleride hatırlamak için bol bol resim çekti. Müzeden çıkınca akşam olmuş, hava kararmıştı. Hafif bir akşam turu ve yemeğinden sonra , dinlenmeye çekildik. Ertesi gün proğramda Tarık’ın annesinin de doğduğu şehir olan Tegernsee’ye , nostaljik trenle yolculuk var . Bu vesile ile erkenden uyuduk. Niyetimiz ilk trene yetişmekti.
Tegernsee, Cennetin arka bahçesi.
Ertesi sabah saat 7:30 da güzel bir kahvaltı sofrasından kalktık. Sırt çantalarımızı aldık. Çok uzakda olmayan büyük tren istasyonuna vardık. Bizi Teğernsee’ye götürecek tren peronda yolcularını almak üzere bekliyordu. Bindik, tren doluydu. Tegernsee’de gün geçirmek isteyen Münih’lilerden tutun, Çinlilere kadar çok ülkeden turistin varlığı gözden kaçmıyordu.
Herkesin haklı gerekçeleri vardı. Tegernsee’de her şey 200 yıl önce 1817’de Bayer Kralı Max 1.Joseph’in o zamana kadar Benedik Kilisesi olan binayı satın alması ve kendisine yazlık residence yaptırmasıyla başladı. Bölge kısa sürede, asillerin, soyluların, kralların, diplomatların uğrak noktası oldu. Ünü kısa sürede tüm Avrupa nın önemli şehirlerinde duyuldu. Kaplıcaları ve bira fabrikası kitleleri çekti. Bunlar önemliydi elbet. Ancak daha da önemlisi Onlar 21 Km uzunluğunda ki göl kıyısını , geleneklerini, yaşama tarzlarını değiştirmediler, doğayı bozmadılar, Gölü hiç kirletmediler.
Yerimize oturduk. Tren ilerledikçe ben Tarık’a geçtiğimiz yerleri bir bir anlatıyordum. O da can kulağı ile dinliyordu. Yaklaşık 1 saat sonra Tegernsee’ye yaklaştık. Gmund tepelerinden şehre adını veren Tegensee gölü göründü. Güzelliği, temizliği ve berraklığı ile büyülüyordu.
Çok geçmedi istasyonda indik. Tepeden gölü ve gölün kıyısında Tegernsee’nin yanısıra kurulmuş olan Rottach Egern- Bad Wiessee- Gmund köyleri , güzellikte birbiriyle yarışırcasına “ Cennetin Arka Bahçesi” olarak ziyaretcilerini bekliyor gibiydiler. Yukarıdan - aşağıya göl kıyısına doğru, yarısı ahşap , yarısı taş, bol çiçekli geniş balkonlu evleri , bahçeleri, parkları keyifle izleyerek iskeleye kadar yürüdük.
Bir İtalyan cafe’sinde dondurmalarımızı yerken, yerel kıyafetlerle kuruluş gününü kutlayan halkın kortej yürüyüşünü seyrettik. Şehrin bir kaç yerinde ve diğer köylerinde gösteriler, müzik,folklör, gezimize ayrı bir lezzet katıyordu. Tegernseer Brauhaus bahçesi festival meydanıydı sanki. Göl kıyısından 3-4 km yürüyerek, Rottach Egern’e ulaştık. İlk iş Tarık’ın annesinin doğduğu Saliterer weg’deki evi ziyaret etmek oldu. Ardından teleferikle 1722 metre yükseklikteki Wallberg’i ziyaret gezimizi taçlandırdı. Doyumsuz manzarasının yanı sıra, bu yükseklikte hayvancılık yapan köylüleri görmek yaşamlarına şahit olmak, onlarla konuşabilmek güzel bir duygu.
Rottach Egern’den Bad Wiessee’ye gitmek üzere bir küçük gemiye bindik. Bad Wiessee çok ilginç bir geçmişe sahiptir. Rivayete göre bir kişinin, Bad Wiessee hudutları içinde bulunan, St Quirin-Kirchline’de 1441 yılında Balsamik etkisi içeren yağ bulduğu söylenir. Bundan tam 500 sene sonra Hollandalı Adrian Stoop petrol aramak için yaptığı sondajda, insan sağlığı için çok faydalı olan Almanya’nın en güçlü iyot ve kükürt içeren kaplıcalarını buldu. Mutlulukla sonuçlanan bu buluşun ardından özel klinikler, masaj salonları ardı ardına açıldı. Özel doktorlar ve uzmanlar yetiştirildi. Sağlıkları için, Kraliçe Elizabeth dahil dünyanın her yerinden tanınmış insanların uğrak yeri oldu. Hitler sağ kolu ve kendinden sonra gelen yardımcısını bir konuda görüş ayrılığına düştüğü için Ernst Röhm ‘ü Bad Wiessee’de tedavi gördüğü Hotel Lederer’de yakalatmış ve idam ettirmiştir.
Bad Wiessee’ye Seyir halindeyken, 70 li yıllarda çalıştığım ve güzel anılarımın olduğu Hotel Hubertus’u gördük. Geçmişten biraz konuştuk. Gerçi bu arada oteli Araplar satın almış. Yatırım yapmış, büyütmüşler. Sonradan öğrendim. Fiyatlar uçmuş. Zengin Arapların uğrak yeri olmuş. Köy içinde biraz dolaştıktan sonra, biraz yükseklerde orman içinde bulunan Sonnenbichl’e yürüdük. Oradan Tegernsee Gölünü ve kenarında ki köyleri içimize sindire sindire seyrettik. Korunmuş doğası ve yaşattıkları gelenekleri ile “sürdürülebilir turizm” için gerekli tüm koşulları yaratmışlar. Günümüzü Tegensee Gölü ve kıyısında ki köylerde geçirmiş olmanın mutluluğu ile tamamladık. Memleketimizde de benzer yerlerin çoğalması ve yaşatılması için dua ettik.
Sebahattin Karaca
YORUMLAR