2. Dünya Savaşına girmeme kararı alan zamanın hükümeti, 5 yıl süren savaş süresince Foça’ya karadan ve denizden tüm giriş çıkışları yasaklayınca, başta tuz olmak üzere tüm tarım ürünleri ne getirildi, ne depolandı, ne de buradan gemilere yüklendi.
Hal böyle gelişince Büyük ve Küçükdeniz’deki meşhur depolar atıl kaldı. Geçimlerini bu alandan sağlayan 500-600 aile birdenbire büyük sıkıntılar içine düştüler.
Foça’da yıllarca mutlu yaşamanın ardından ne yazık ki geçim derdinden dolayı İzmir, Menemen gibi yerlere göç etmek zorunda kaldılar.
Onlar için Foça’yı terk etmek ne kadar zor ise geride kalanlar için de zor oldu.
Nüfus 1800’lere kadar düştü. İlçe ekonomisi felç oldu.
Yüzlerce ev boş kaldı. Esnaf neye uğradığını bilemedi. Çeşitleri azalttı. Akşamları kepenkleri erken kapatır, sabahları geç açar oldu.
Alan yok satan çaresizdi. Bu olumsuz gelişmeden sadece esnaflık değil tarım, hayvancılık özellikle de balıkçılık nasibini aldı.
Zeytinleri toplayacak, tütünü ekecek, yoğurdu ve sütü tüketecek insan sayısı öyle bir azaldı ki, ekonomik çark dönmez oldu.
Nitekim tüccar Cemil Midilli ve tütüncü Kadri Kurt gibi isimler başta olmak üzere pek çok esnaf da İzmir’in yolunu tuttu. Geride kalan Foça halkı ise temel ihtiyaçlarını karşılamak için yıllarca Menemen’e gitmek zorunda kaldı.
FOÇA’NIN SERENLERİ*
Baş aşağı gitmiş kent ekonomisi en çok balıkçıları vurdu.
Bazı aileler dışarıda kendisine imkan yarattı, Foça’dan ayrıldı gitti amma, kuşaklardır Foça’nın denizine bağlı olan balıkçılar bir yere kımıldamadılar.
Makus kaderi yaşamak adeta boyunlarının borcuymuş gibi oldukları yerde tutunmaya çalıştılar.
Küçükdeniz gerçekten küçüktü. Belediye Küçükdeniz’de değildi.
Hükümet de Foça’ya henüz daha elektrik vermiyordu.
Belediye bir dinamo vasıtası ile sağladığı elektrikle sadece sokakları aydınlatıyordu.
Naylon ağ henüz daha icat edilmemişti. Balıkçılar, paragat’da tımıçkı ipi kullanıyor, İngiliz beyaz ipinden ise ağ yapıyordu.
O müstesna balıkçılar böylesine zor bir süreçte bile ne balıkçılığı bıraktılar ne de Foça’yı terk ettiler.
O günkü şartlarda balıkçılık gerçekten zordu.
Her şeyden önce bin bir güçlükle tutulmuş balıkları alacak kimse yoktu.
Ağ yapmak için şansı olan balıkçı İngiliz beyaz ipini bulur alırdı.
Dağlara gidilir çam ağaçlarının kabukları toplanır, dış kısımlar alttaki kırmızı bölüme kadar temizlenirdi.
Koca bir kazanın içine ipler, çam kabukları, soğan kabukları ile beraber konulur kaynatılırdı. Böylece ipe renk ve dayanıklılık kazandırılırdı.
Yokluk günleriydi.
Yeri geldiğinde makara ipliği bile ağ tamirinde kullanılırdı.
18 kulaç ağın yapımı aylarca sürerdi.
Ağın kenar ipleri keçi kılından olurdu. Kenar iplerini balıkçı kendi hazırlardı.
Bacak arasından aşağı doğru sarkıtılan taşa bağlanan keçi kılı sekiz- on kere eğirerek yapılırdı.
Kalıp halinde alınan mantarlar önce küp şeklinde kesilir, köşeleri alınır, ardından zımpara yapılır, eski gaz ocaklarında kızartılmış kalın tel ile ortadan delinir ve eğirilmiş kıl ipe takılırdı. Böylece ağın bir tarafına mantar bağlanırken diğer tarafına kurşunlar dizilirdi.
Bu işlem yapılırken mantarın kurşunu aşağı salmasını kendisinin ise askıda kalmasını sağlamak için gerekli ayarlar titizlikle yapılırdı. Her mantar parçasının büyüklüğü kurşunun ağırlığına göre özenle hesaplanır ve hazırlanırdı.
Balıktan dönüş, sevinç ve hüznü bir arada yaşatırdı.
Tuttuğu balığı saat 10:00’a kadar satabilen balıkçı mutlu, satamadığı balığı denize döken balıkçı hüzünle giderdi akşam evine.
Bir keresinde balıkçı at arabacı Tevfik’e “Tevfik abi temizleyip getireyim sana iki levrek “ dediğinde Tevfik, “be çocuğum daha akşam yedik balık, gene yiyeceğiz balık” deyince ! iç geçirdi balıkçı.
Bazı balıkçılar satamadığı ufak kefal, ısparoz, izmarit, kupa balığını büyük tenekeler içinde tuza basar serenlerin arasında ya da duvarın dibinde bir gece bekletir ertesi gün satmaya çalışırdı. Balıkları kimse ellemez, hırsızlık nedir bilinmezdi.
Bazen onca emek boşa çıkardı. Üstelik her gün balıktan dönüşte ağlar, şimdiki Belediyenin bulunduğu alanda söğüt ağaçlarının arasında hemşire Yaşar’ın babası Şerif Ağanın kuyusundan alınan suyla yıkanır, hemen oracıkta bulunan serenlere serilirdi.
Ağlar serenlere serilirken balıkçılar, yanı başlarında Recep Kara’nın sabahları pişirdiği toriklerden ekmek arası yaptırıp yemeyi severlerdi.
Güneş Ağları yakmasın diye hafif nemli oluncaya kadar kurutulur ardından toplanır tekneye konulur üstü ıslak ve kalın bezle örtülürdü.
Bomboştu oralar bir tek Şerif Ağanın dükkan, bir de Etem Ağanın un fabrikası vardı. Her sabah beygir arabaları ile köylerden gelen buğday çuvalları biriktiğinde balıkçılar kasnaktan geçen kayışı hep birlikte çeker dinamoyu çalıştırırlar böylece fabrikada un öğütmeye başlanırdı.
Gün geldi Büyükdeniz’de küçük bir bina da hizmet veren Belediye, Küçükdeniz’deki söğütlerin arasında kurulmuş serenlerin olduğu yere dinamo ile çalışan elektrik üretim binası inşa etmeye, önüne de birde havuz yapmaya karar verdi.
Bu gelişme karşısında serenlerini sökmek zorunda kalan balıkçılar, serenlerini o zaman daha henüz Ziraat Bankası’nın olmadığı, Tuz Depolarının duvar kalıntılarının dibine götürdüler. Oraya serenlerini yeniden kurdular. Her koşulda burada azimle, inatla ve sabırla balıkçılığı gelecek nesillere taşıdılar.
Bu çok uğraş gerektiren ve çok zahmetli olan balıkçılık 1962 yılında İzmir Balıkçılar Kooperatifinin kooperatifte kayıtlı balıkçılara Naylon ağ dağıtmasına kadar sürdü. Foça’da naylon ağı ilk alan Hüseyin Gönülden oldu. O gün kendisine 2 takım ağ verildiğinde sanki dünya Hüseyin Kaptan’ın olmuştu.
Bu koşullarda ağı olup da Küçükdeniz’de balıkçılık yapanlardan Mehmet Kozlu (Kozlu dayı), Latif Beytorun (Beytorunların babası) Hüseyin Gönülden ( Erdoğan ve Şeker Reisin babası);i Büyükdeniz’de ise Nadir Çavuş, Bodrumlu Ahmet, Kürdün ibrahim’i balıkçılığı o zor koşullardan geçerek bu günlere aktardıkları için, minnetle anıyorum.
*Serenler, ip ağları kurutmak için, balıkçıların ahşaptan yaptığı ve ağlarını serdiği düzenek.
Kaynak: Foçalı balıkçı ailesinden Erdoğan Gönülden ile 18.06.2021 tarihinde yapılan söyleşi.
Sebahattin Karaca
[email protected]
www.sebahattinkaraca.com
YORUMLAR