*Evangelos, Umudunu İçine Kilitledi, Bağrına da Taşı Bastı ve Gitti..
Evangelos, tarihi Büyükdeniz çarşısından başlayan 115 no’lu sokağın öteki ucunda ve tam dört yol ağzında küçük bir kahvesi olsun istemişti.
Onun için kahvenin yeri önemliydi, mekânın yeri de yapacağı işe çok uygundu. Kendisi de ne kadar iyi esnaflık yaparsa, işler de o kadar yolunda giderdi.
O yıllarda Foça nüfusunun yarıdan fazlası Rum’du. Mekân çarşının hemen girişindeydi. Merkez kilise 20 -25 metre uzaklıkta olup; Tuz İşletmelerine ise 25- 30 adım mesafedeydi. Şartlar ve imkanlar oldukça iyiydi. Hele hele, Düyûn-i Umumiye’nin idaresindeki Tuz İşletmelerinde gemilerle gelen kaptanından mürettebatına; işletme yöneticilerinden işçilerine, hamalından, yükleyicilere kadar 550-600 kişi civarında insan çalışıyordu. Her biri 1-2 çay ya da kömürde pişmiş kahve içse, üçü beşi de nargile alsa kazanılacak para geçim için yeterli olurdu.
Bu bağlamda daha pek çok şeyi hesaba katarak, gözüne kestirdiği köşeye küçük ama hoş bir kahvehane yaptı. O yıllarda tüp, gaz, elektrik vesaire olmadığından, çay kahve odun kömüründe yapılırdı. Terzi ütüleri de öyleydi. Çıraklar yaz- kış demeden dükkânı erkenden açar, ilk iş olarak da ütüye odun kömürünü koyar ve yakardı. Ardından genel temizlik yapılırdı. Usta geldiğinde, ütü hazır değilse çırak zılgıtı yerdi.
Kahvehanede de durum aynıydı. En az iki kişi olmak zorundaydı. Biri usta diğeri çırak. Çırak, esnaflara ve Tuz İşletmelerinde çalışanlara çay yetiştirir, usta da iyi çay demlemek ve çayı her daim taze tutmakla yükümlüydü. Aslında bu iş görüldüğü kadar kolay değildi.
Sabahın beşinden akşamın karanlığına kadar süren bu zahmetli işi sürdüremeyeceğinin farkına varan Evangolos bir müddet sonra kahveyi kapattı.
Mekân içinde yaptığı bazı tadilatlardan sonra, başladı büyük küplere doldurduğu zeytinyağı ticaretine. Bu iş daha güzeldi. Hiç olmazsa sabah erken açmak, akşam geç kapatmak gibi durum gerekmiyordu.
Her Şey Evangelos’un İstediği Gibi Gidiyordu Ama…
Her şey Evangelos’un istediği gibi gidiyordu ama, dışarıda iyi şeyler olmuyordu. Adalar kaynıyordu. Cadı kazanının altına ateş verilmişti. Osmanlıların çekildiği başta Yunanistan, Midilli, Girit olmak üzere Balkan ülkelerinde kalan Türklere karşı, zülüm harekâtı başlatılmıştı.
Giderek öldürmelerin arttığı haberi de İstanbul’a ulaşmıştı. İstanbul durumdan rahatsızdı. Her iki yakada da kötü şeylerin olacağı korkusu ve endişesi bir kere doğmuştu. Yunanistan’da ve adalarda olup bitenlere karşı İstanbul kayıtsız kalmak istemiyordu.
Daha sonra adına “Kara Haziran 1914” denilecek, organize olmuş çetelerin Rumları yerlerinden etme harekâtı başlatılmış, bu çerçevede Seyrek Köy başta olmak üzere Yeni Foça, Foça ve köylerinden bir haftada 16.000 kişi göç ettirilmişti.
Göç edenler yanlarında fazla bir şey götüremediler. Kimisi evini ateşe verdi, kimisi sıkı bir kilit takarken kapısına, geri dönüş umudunu içine kilitledi gitti. Evangolos’da umudunu içine kilitledi, bağrına taşı bastı ve gitti.
O Kapıyı Cemil Midilli Açtı.
1910’lu yıllarının başında Midilli, adada yaşayan Türkler için adeta Cehennem olmuştu. Babaları İdris beyin ölümünün ardından artık Midilli’de kalamayacaklarını anlayan anneleri Fatma Hanım ve 22 yaşındaki oğlu Sanullah Bey, Vasilika köyündeki sahip oldukları büyük çiftliği ve içinde her ne varsa tamamını çiftlikte çalışanlara bıraktılar.
Ağırlık olmasın diye özel eşyalarını çiftliktekilere dağıttılar. İçlerinde Cemil’in de bulunduğu 7 kardeşi annesi ve 2 bebekli dul abla ile birlikte tanıdıkları iki Rum balıkçının küçük yelkenlisiyle tüm gece umuda doğru yol aldılar. Üstte başta fazla bir şey yoktu. Gittikleri yerde lazım olacak para ve altınlarını küçük çocukların donlarına ve çoraplarına sakladılar.
Sessizliğin hâkim olduğu teknede herkes birbirine sıkıca sarılmış ürkek ve korkulu gözlerle anakarada bir ışık görmeyi beklediler. Kuşluk vakti Altınoluk göründü. O an sevinç gözyaşları döktüler. Birbirlerine sarıldılar. “Geldik anavatana, kurtulduk” dediler. At arabası bulmakta zorlandılar.
Çünkü her gece 3 -5 aile kaçıp geliyordu. Araba yetişmiyordu. Güç bela buldukları ve kiraladıkları at arabası ile önce İzmir’e gidip yerleştilerse de, adada çiftlik işleriyle uğraştıkları için, daha önce gördükleri Bağarasına 1913 yılında gelip yerleştiler. Tutunmaları kolay olmadı. Ama eninde sonunda bütün zorlukların üstesinden geldiler. Toprak, arazi, bağ evi alıp düzenlerini kurdular. Ahır yaptılar hayvan koydular. Ancak askere alınan Sanullah abilerinden o gün bu gün bir daha haber alamadılar. Cemil, soyadı kanunu çıkınca Midilli soyadını aldı. Çok genç yaşta Bağarası’nda küçük bir bakkal dükkânı açtı. Birkaç sene sonra Foça’ya taşındılar. Büyükdeniz 115 no’lu sokakta şimdiki İş bankası arkasındaki köşe dükkanda bakkal ve manifatura işine girdi. İşleri iyi gidiyordu. Depo gerekiyordu. Kendi dükkanının hemen karşı köşesinde yıllardır kapalı duran Evangelos’un dükkanını devletten kiraladı. Aynı gün kapıyı açıp içeri girince gözlerine inanamadı. Küpler vardı, İçleri zeytinyağı doluydu.
O dönemde Rumlar tarafından terk edilen evlerde pek çok insan altın arar bulurken Cemil Bey hem de hiçbir şey aramadığı halde yağ bulmuştu.Akşam eve geldi. Eşi Bedia hanıma; “Bu yağları satacağım, elde ettiğim gelir ile hayır üstüne hayır yapacağım” dedi ve sözünü tuttu. Ömrünün son yıllarına kadar hayırlarını sürdürdü. Yaşlanıp kenara çekildiğinde ise oğlu Reha’ya da imkanların dahilinde “Okul Yap” vasiyetinde bulundu.
Evangelos’un Evi Bir Mübadile Verildi Amma...
Cemil Midilli bakkallığı bırakınca Evangolos’un evini devlete geri verdi. O yıllarda mübadele ile Foça’ya gelen binlerce aile vardı. Kendilerine Rumlardan kalan evler bir plan dahilinde dağıtıldı. Bu arada Evangelos’un evini de Mübadele kurulu Selanik / Kavala’dan gelen Ahmet Karakuyu’ya (Muhtar Fuat Karakuyu’nun dedesi) verdi. Ahmet Karakuyu eşi ve çocuklarıyla Hacılar Limanında bağ bahçe tütün işleriyle uğraşır, çiftçilik ve hayvancılık yapardı. Ailesi ile birlikte yaz kış Hacılar Limanındaki evinde otururdu. Dolaysıyla Foça’da kendisine verilen evde uzunca bir süre gelip oturmadı, ev boş kaldı.
Bu arada bir gün deri tüccarı olduğunu, deri ihraç edeceğini söyleyen bir Yunanlı çıkageldi. Ahmet Karakuyu’yu buldu. Evi kendisine kiraya vermesini, deri ticareti yapacağını söyledi. Kiralamaya pek sıcak bakmayan Ahmet efendiye, evi kiralama konusunda dökmediği dil kalmadı. Başta razı olmayan Ahmet Karakuyu sonunda “Hadi be ya, tamam, al şu anahtarı, git ne ticareti yapacaksan yap” dedi ve evin anahtarını verdi. Yunanlı da gidiş o gidiş; 2-3 gün sonra bir daha ortalıkta görülmedi. Ahmet efendi kapıyı açıp içeri girdiğinde gözlerine inanamadı. Ortalıkta birkaç deri duruyordu ama giriş kapısının arkasındaki koskoca zemin döşeme taşı yerinde değildi. Taşı alıp kenara koyan Rum, epeyce büyük bir çukur açmış, alacağını almış, zemin taşını da yerine koymadan sırra kadem basmıştı. Rivayet o ki, Evangelos yıllar sonra bir yolunu bulup Foça’ya geldi. Evin boş olmasını da değerlendirerek “kara gün için” sakladığı altınları aldı ve gitti.
Yüz Yılın Aşkı da Bu Evde Yaşandı.
Bu küçük ve gizemli ev, son yüz yılın en büyük aşklarından birisine tanıklık etti. Bu aşk “Gülseren Demiral ve Nazif Demiral aşkı” olarak Foça’nın tarih sayfalarına girdi. O dönemin Foça’sında bu aşk ilgili gelişmeler dilden dile dolaşarak, her hanede konuşulur oldu. Üç yıl süren tutkulu aşkın sonunda Gülseren yemeden içmeden kesilmiş, bir mum gibi erimişti. Baba Ahmet Karakuyu, bakmış ki kızları günden güne zayıflayarak elden gidiyor “Vermezsek ölecek bu kız yahu “diyerek sonunda evlenmelerine rıza göstermişti. Genç çift 1963 yılında evlendiler. 50 yılı birbirlerine sevgi, saygı ve şefkat ile tamamladılar. 50. Evlilik yıldönümlerini 2013’te kutladılar.
Bu türden hikayeleri olan evler aslında Foça’da çok var. Bir mekânın büyüklüğü veya küçüklüğü ne kadar önemlidir bilemem. Ama içinde insan hikayeleri olan evler unutulmaz mekanlardır.
*Evangelos gerçek değil “farz edilen” isimdir.
Kaynak Kişiler:
Cemil Midilli ile sözlü söyleşi İzmir 1973
Ali Kaya ile sözlü söyleşi Foça 2018
Halis Aksoy sözlü söyleşi Foça 2018
Ahmet Türksoysal sözlü söyleşi 2021
Sebahattin Karaca
[email protected]
www.sebahattinkaraca.com
YORUMLAR