Çoktan UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine girmiş olan Kotor’u eşimin isteği üzerine görmeye karar verdik.
Esasen ben kendisine Gürcistan’a gidelim dedim.
“Ben Kotor’u daha çok merak ediyorum” demesiyle birlikte, “peki oraya gidelim demem” bir oldu.
İstanbul’dan hareketle bir buçuk saatlik uçuşun ardından Karadağ’ın (Montenegro) başkenti olan, Podgorica şehrinin hava limanına indik.
Havaalanı küçük ama çok temizdi.
Rutin kontrolleden sonra dışarı çıktık.
Sabahın yerel saatiyle 09:30'du.
Niyetimiz geceyi Kotor’da geçirmekti, hava alanında bekleyen taksilerden bir tanesine bindik.
25-30 dakika sonra şehirler arası otobüs garajına vardık.
Kotor’a giden ilk otobüsde şansımızın yardımıyla en öndeki koltukları aldık .
Böylece yol boyu herşeyi görmek ve izlemek mümkün olacaktı.
Podgorica
Ülkenin, her tarafının dağlık olduğunu gelmeden önce yaptığım araştırmalarımda öğrenmiştim.
Düzlük alan yalnızca Podgorica’da var diye yazıyordu.
Podgorica zaten “ tepenin altı” demekmiş.
Uzun süre Osmanlı yönetiminde de kalmış.
Kent merkezinde bulunan Hacı Mehmet Paşa Camii Osmanlının izlerini taşıyan ve ibadete açık olan güzel bir eser olarak varlığını sürdürmektedir.
Podgorica Yugoslavya zamanında “Titograd”adını almış.
Çünki Tito’nun severek yaşadığı yerlerin başında gelirmiş.
Dönüşte tam bir gün kalacağımız Podgorica ile ilgili ilk düşüncemiz çok olumlu idi.
Geçtiğimiz her yer inanılmaz derecede temiz, bakımlı, yeşildi.
Genel olarak çok düzlük olmasına karşın tek tük ufak tepeler de bulunmaktaydı.
Özellikle bu tepelere inşaat yapmayıp, yeşil alan ve koruluk olarak düzenleyerek, şehre ayrı güzellik katmışlar.
Şehrin planlaması çok hoşuma gitti.
Neredeyse caddelerin tümü geniş ve birbirine paraleldi.
Çok fazla tarihi eser yok gibiydi.
Şehrin güzelliğinin yanısıra insanlar birbirbirine çok kibar ve saygılı davrandığı gözden kaçmıyordu.
Bunu garajda- havaalanında, otobüste bir bakışta görebiliyorduk .
Kotor’un yolları
Bizi, Kotor’a götürecek otobüs hareket etti.
25-30 dakika sonra düzlüğün bitimiyle, otobüs dağlara tırmanmaya başladı.
Yol boyunca irili ufaklı çok güzel şehirler gördük.
Bunlar Çetije ,Budva ve Tivat gibi şehirlerdi.
Gördüğümüz herşey hoşumuza gidiyordu.
En çok Budva’yı beğendik.
Bu arada çok Türk ailesinin Budva’ya yerleştiğini yazmadan edemeyeceğim.
Yavaş ve kıvrım kıvrım ilerliyorduk.
Birbirinden güzel manzaralar insanı şaşırtıyor, sarhoş ediyordu.
Bir dağdan ötekine geçiyorduk.
Yol uzadıkça uzuyordu ama biz sıkılmıyorduk.
Çünkü gördüğümüz manzaralara doyum olmuyordu.
Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz bayram ediyordu.
Doğa'nın zengin ancak zor yollarını aşarak, saat sonra Kotor’a vardık.
Kotor
Hava hafif yağişlıydı.
Garajdan çıktık, kapı müşterisi olarak bir kaç otele bakındık.
Ardından M.Ö. 5. Y.Y.kurulduğu söylenen Kotor’un kalbi olan Kale İçindeki Eski Kotor’a girdik.
Kale kapısı, daha doğrusu, şehir kapısı görkemli görünüşü ile ziyaretcileri etkiliyordu.
Kotor’un adı, Roma döneminde daha sık duyulmaya başlar.
Romalılar kente hakim oldukça, Ostrogotlar ( İskandinav ya’dan gelen yağmacılar) kenti terk eder.
Sonraları, Sırplar, Bulgarlar,Müslümanlar yerleşmiştir. Orta Çağda 535 yılında kale duvarları yapılır.
Duvarlara” Venedik Kale duvarları “ deniyor.
Kalenin içine ise Venedik mimarisinin hakim olduğu bir şehir kurulur. O günden bu güne korunarak gelen “oldcity” ( Kale içinde Eski Şehir)’de bir otele yerleştik .
Bavullarımızı odaya bıraktıktan sonra sırt çantasıyıla kendimizi sokağa vurduk.
Kale içinde keşif turu yaparken, eşime hak vermeyi ihmal etmedim.
Kotor’a gelmemize sebep olduğu için teşekkür ettim.
Dolu dolu tarih kokan bir kentin içinde dolaşırken gördüklerimizden yaşadıklarımızdan dolayı kendimizi şanslı sayıyorduk.
İlk işimiz kale girişinde bulunan büfeden Almanca yazılmış Kotor’un tanıtım kitapçığını almak oldu.
Kotor Adriyatik denizinde kurulmuş üç- beş meşhur kıyı kasabasından birisi olmayı başarmış.
Halkın içinde yaşamaktan mutlu oldukları ve şehirleriyle gurur duydukları gözden kaçmıyor.
Otelcisi, taksi şöforü de bunu söylüyordu zaten.
Kotor, Orta çağda Akdeniz’ de yoğun biçimde hüküm süren korsan savaşları sırasında gizli ve korunaklı pozisyonuyla denizcilerin güven içinde sığındığı liman kenti olmayı asırlardır sürdürmüş.
Bunun yanı sıra ticaret yapan insanların uğrak noktası , usta ve sanatkarların vazgeçemediği bir yer olmuş.
Bir -iki metre genişliğindeki daracık sokakları, bir kaç meydanı ile yalnız ortaçağ mimarisinin hakim olduğu Kotor, asırlardır varlığını temsil eden St Tripun kilisesi ile UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine adını hak ederek yazdırmış , nadir kentlerden birisidir.
Meşhur Kale içi, Venedik Duvarı ve çok sayıda Orta çağdan kalma eserlerin yanısıra, yakın çevresindeki köyleri ve koyları ile parmak ısırtacak kadar güzel bir şehir olarak Dünya’nın ilgisini üstüne çekmeyi başarmış.
Her ikimizde şehre bayıldık. Koyda iki tane büyük yolcu gemisi vardı. Her taraf turist kaynıyordu. Her gün Dünya’nın farklı ülkelerinden en az iki gemi gelirmiş. Bazen bu sayı 4-5 de olurmuş.
Adı Zeljko olan, İngilizce bilen, bir taksi şöforu ile yakınlardaki köyleri, gezilip görülecek yerleri dolaştırması için anlaştık.
Yaşlı tercübeli ve bilgiliydi. Sorduğumuz hiç bir soru yanıtsız kalmıyordu. İyi bir rehberden farkı yoktu.
Onun da özverili çabaları sayesinde, Kotor’un ekonomik, siyasi, ticaret ve turizm konularında birinci ağızdan, çok faydalı bilgilere ulaştık.
Bu gezide Adriyatik kıyısında kurulmuş şehirlerin tarihi, kültürü, sanatı ve yaşamları ile ilgili çok şey gördük, öğrendik ve güzel şeylere şahitlik ettik.
Karadağ’a gidenlere, Cennet’in Arka Bahçesi Kotor’u, yakınlarda bulunan Perast’ı, Rısan’ı görmelerini şiddetle tavsiye ederim.
Sebahattin Karaca
YORUMLAR