Midilli Adası’nın uluslararası adı Lesvos Adası olmakla beraber biz, Türkiye’de Midilli Adası deriz. Midilli esasında adada bir il olup yerel ismi Mytilini’dir. Ada, tarihte Osmanlı ve Bizans arasında birkaç defa gidip gelmiştir. Midilli’nin Osmanlı valilerinden birisi de Namık Kemal’dir. Adaya 1877’de sürgüne gönderilen Namık Kemal, 1879’da adanın Mutasarrıfı (valisi) oldu. Midilli adası beş asırdan fazla Osmanlı topraklarına ait olduğundan; Assos ve Bademli’ye çok yakın bulunduğundan, bazıları Midilli Adası ile kendi arasında duygusal bir zilliyet bağı kurar. Aslına bakarsanız aynı şekilde ben de her defasında Midilli’ye giderken hafiften bir zilliyet bağı kurarım. Şimdi adaya yaptığım gezilerimin bende bıraktığı izlenimleri yazmak istiyorum.
KARŞILIKLI SEFERLER
Türkiye’den Midilli’ye - Midilli’den Türkiye’ye her gün düzenli vapur seferleri vardır. Ayvalık’tan sabah 09.00’da, Midilli’den Akşam 18.00’de Turyol ya da Jale vapurları kalkar. Jale’nin araçla seyahat etmek isteyenler için arabalı vapur seferleri de var. Geçen yıl yazın en yoğun zamanındagitmiştim. Bu yıl eylül ayının sonunda gittim. Daha önceki yıllarda farklı aralıklarla birkaç defa daha gitmiştim. Okuduğum tarih kitaplarından ve yarım asırdır turizm sektörü içerisinde bulunmamdan olsa gerek, Midilli Adası her defasında bende özel bir merak uyandırır. Bu bakımdan Ayvalık’tan vapura bindiğim andan itibaren içimi huzur, mutluluk, biraz da heyecan kaplar. Yolculuk hava durumuna göre bir buçuk iki saat sürer. Bu defa da öyle oldu. Bir buçuk saatlik yolculuktan sonra vapurumuz Midilli limanına yanaşırken keyifli bir güzergah üzerinde gezi planı yaptım.
Adayı bundan önceki ziyaretimde doğusundan kıyıyı takip ederek Thermi üzerinden kuzeye doğru gezip dolaşmıştım. Adanın doğu kıyısında çok sayıda irili ufaklı, birbirinden temiz, güzel, sakin koy ve plajlar var. Bölgede en çok Ksambelia Plajını (Xampelia-N.Kydonion) beğenmiştim. Denizin içinde 100-150 metre yürümek mümkün, devasa bir havuz gibi. Dibi temiz, ince kum olan bu koy, sığ denizi sevenler için mükemmel bir yer. Yüzerken, deniz içinde yürürken bacaklarımın arasında küçük küçük balıklar dolaşıyordu. Koyda bulunan Art Restaurant’ın yemekleri ve fiyatları memnun ediciydi. Burada her defasında yarım gün kaldıktan sonra Mandamadhos, Kapi, Vafilos kasabalarını geze dolaşa Molivos’a ulaşmıştım.
Öncekilerin aksine bu sefer Midilli şehrinde konaklamak istemedim. Gezilip görülecek tarihi kentlerin içinde en tanınmış olan Molivos’un yakınlarındaki Petra’da kalmayı, orada yorgunluk atmayı, dinlenmeyi, diğer yandan gezilip görülecek yerler arasında bulunan Agiasos, Polimari gibi yerlere gitmeyi, son günü de Midilli şehrinde geçirmeyi istedim.
Liman kapısından giriş işlemlerini tamamladıktan sonra,adını Yunanistan’ın orta kesiminden gelerek, Başkent Kyme (Aliağa)’nin yanı sıra 10 kent ile birlikte Foça’yı kuran Aolisler’den alan, Aeolian Sun Rent a Car’dan kiraladığım bir araçla adanın iç kesimlerine doğru kıvrım kıvrım ince yollarına vurdum kendimi.
İlk durağım Ghera Körfezi kıyısında bulunan Therma oldu. Körfeze nazır ve daha ziyade bizdeki gibi erkeklerin ziyaret ettiği kahvehanede, bir fincan “Greek kahve” ısmarladım kendime. Söylemeden edemeyeceğim, bizim Türk kahvesinin aynısı, sadece adı değişik. Sade, az şekerli, orta diye Türkçe olarak soruyorlar hem de. Bu durumla adanın her yerinde karşılaşılıyor. Kahvemi içerken Kalimera-Kalispera’dan başlayarak kimi zaman İngilizce kimi zaman Almanca, sıcakkanlı kasaba sakinleri ile konuşurken, ortak noktalara değindiğimiz ve keyif aldığımız gözden kaçmıyor. Sohbetin güzel, zamanın dar olduğunun farkına vararak komşulardan izin isteyip yeniden yola koyuldum. Bir sonraki hedefim Kalloni üzerinde Petra’ydı. Kalloni’de arabamı bir otoparka bıraktım. Ufak tefek ihtiyaçlarımı almak için kasabada küçük bir tur yaptım. Yunanistan’da hüküm süren ekonomik krize rağmen insanlar yaşam ile bağlarını hiç koparmamışlar. Yüzleri gülmekte, birbirleriyle şakalaşmakta, birbirlerine takılarak espriler yaparak hayattan keyif almaya devam etmekteler. Orta boy bir markete girdiğinizde Avrupa Birliği Almanya’sı ve Fransa’sı ile ilgisi olan raf düzeni ile karşılaşmadım. Daha ziyade bizdeki alışık olduğumuz bakkalları andırıyordu. Market sahibi her müşterisi ile tek tek ilgilenerek bizdeki bakkallar gibi davranıyordu. Özellikle öğleden sonraki saatlerde dükkanların pek çoğu kapatmıştı. Dinleniyorlardı. Yoluma devam etmek için tekrar arabaya döndüm. Parktan çıkarken sağıma soluma baktım, ücret ödemek için kimse yoktu. Midilli’de, Therma’da gördüklerimi burada da gördüm: Otoparklar düzenli olmakla beraber ücretsizdi.
Asıl bundan sonra başlamıştı ince ve kıvrım kıvrım yollar. Her taraf alabildiğince zeytin ağacı ile donanmıştı. Çok meyilli arazilere erinmeden, yorulmadan, her bir ağaç için taştan istinat duvarları ve terasları yaparak zeytin ağacı diktiklerini görmek eski insanların ne kadar çalışkan olduğunun bir göstergesiydi. Ayrıca zeytin yere düşmesin, toprakla temas etmesin diye ağaçtan ağaca ağlar bağlanmıştı. Her bir görüş açısındaki manzara doyulamayacakgüzellikteydi. Araba kullanırken bu güzellikleri, bakımlı zeytin ağaçlarını seyretmek tehlikeli olduğundan ara sıra arabayı kenara çekip durdum, gözümün görebileceği kadar her yanı seyrettim ve kendi kendime hep şunu düşündüm: Bunca dağı taşı zeytinlik yapabilmek için ne güçlü bir irade, azim ve çaba gerekti?
PETRA
Kıvrım kıvrım yolları geride bırakarak Petra’ya vardım. Petra daha önceki ziyaretlerimde dikkatimi çekmişti. Güzel bir doğası, kasabanın bir ucundan diğer ucuna kadar uzanan bir plajı vardı. Deniz kenarında, düz ovada birden göklere 40 metre yükselen devasa kayası, kasabaya ayrı bir güzellik katıyor. Kayanın üzerine yapılmış 114 basamakla erişilen, kasabanın tamamına hakim, Panaya Glikofilusa kiliseninin bahçesinden görülen köy manzarası insanın içini rahatlatıyor.
Bahçesiyle, dokusuyla ve plaja olan yakınlığıyla hoşuma giden bir stüdyoya yerleştim. Stüdyonun sahipleri, gençlik yıllarında Güney Afrika’da çalıştıktan sonra kazandıkları parayla 1980 yılında açtıkları bu mekanı o tarihten bu güne kadar işleten Helen ve Evripidis çiftiydi. Yaşları şimdi her ikisinin de 70’i geçse de son derece bakımlı, nazik, kibar ve tatlı dilli insanlardı. İşlerini severek yaptıkları daha konuştukları ilk cümleden anlaşılıyordu.
Henüz odama bile yerleşmemiştim ki farkında olmadan kahve eşliğinde bir muhabbete daldık. Güney Afrika’dan geldikleri için ana dilleri gibi İngilizce biliyorlardı. 90’lı yılların ortalarına kadar restoranlarındaki mezeleri tatmak, pişirdikleri yemekleri yemek için Selanik’ten helikopterle tanınmış insanların geldiklerini söyleyen, bir zamanlar çok meşhur olduğunu anlatmaya çalışan Helen, yaz aylarında Petra’da stüdyo açıp işlettiğini, kış aylarında Atina’da yaşayan öğretmen kızına yakın olmak için Atina’ya taşındığını anlatırken, benim nereden geldiğimi, ne yaptığımı da öğrendiğinden oturduğu yerden Kosta adında birisini aradı ve gelmesini istedi. Birkaç dakika sonra komşusu Kosta masamızdaydı. Çocukluğunu İstanbul’da geçiren, ilkokulu İstanbul’da bitiren Kosta anadili gibi Türkçe biliyordu.
MOLİVOS (MİTHİMNA)
Sohbet gittikçe koyulaşıyordu; ama benim gönlüm bugün Molivos’a varmaktan yanaydı. Akşamı Molivos’da karşılamak istiyordum. Nitekim sohbete yarın sabah kahvaltıda devam etmek üzere izin isteyerek masadan ayrıldım. 20-25 dakika sonra Molivos’a vardım. Molivos sanki beni özel olarak karşılıyordu. İnsan bir yeri sevince galiba böyle hissediyor. Kentin girişindeki otoparklardan birisine park ettim. Mevsimle bağlantılı olarak otoparklar tıklım tıklım değildi; ama yine de bol miktarda otobüs ve binek araç vardı. Deniz kıyısından limandaki restoranlara kadar yürüdüm. Restoranlar akşam yemeği için harıl harıl hazırlık yapıyorlardı. Garsonlar nazik bir biçimde selamlıyorlar, tebessüm ediyorlar; ama çığırtkanlık yaparak kolumdan çekmiyor, önümü kesmiyorlardı.
Limanı dolaştıktan sonra hediyelik eşya satan küçük bir dükkana girdim, torunlarıma bir iki küçük hediye aldım ve kendisine limanın dışında güzel bir restoranın olup olmadığını sordum. Satıcı bana “Asıl Molivos şu ince yoldan yukarı doğru çıktığınızda antik kalenin eteklerindeki Molivos’tur.” diye dik ve dar bir yol gösterdi. Gösterdiği yolda yürüdükçe gördüklerim bana Molivos’u bir kere daha sevdirdi. Onlarcaküçük hediyelik dükkanları, restoranlar, şık ve zarif kafeler, davetkar vitrinler, ziyaretçileri para harcamaya zorluyordu. Bu arada gözüme Türkçe yazılmış “Hamam Restaurant” ilişti. Muhteşem tavan ve duvar dekoru vardı. Temizdi. İçeri girdim, beğendim, orada yemek yemeye karar verdim. Sonradan adının Mary olduğunu öğrendiğim sahibi yanıma geldi ve beni restoranın terasına götürdü. Terastan Molivos’u seyrettiğimde bir an kendimi uçakta hissettim. Bu manzarada insanın en çok sevdiğine “keşke sen de burada olaydın.” diyesi ve ona şiir yazası geliyor. Mary de Türkçe biliyordu. Mönüsünde Türkçe de vardı. Yaptığı yemeklerle beni bir güzel ağırladı arkasından ikram ettiği Greek kahveyle belleğime Hamam Restaurant’ı kazımayı başardı. Yemekten sonra Mary’yle vedalaşıp şehri içime sindire sindire dolaştım. Molivos’un Asos ve Şirince’nin tüm özelliklerini taşıdığını söyleyebilirim. Kenti dolaşırken içimden tüm sevdiklerimin burayı görmesini diledim.
Geç vakit otelime döndüm. Rahat bir uykudan sonra sabah kalktım, kahvaltı için restorana indim ve yine güzel bir sürprizle karşılaştım: Helen bildik kahvaltının dışında olağanüstü bir sofra hazırlamıştı. Biraz sonra dün akşam tanıdığım Kosta da geldi. Turizmden ticarete, ticaretten siyasete ve ekonomiye bir koyu muhabbettir başladı. Sohbet, iki saat sürdü; ama bize iki dakika gibi geldi. Yolcu yolunda gerek, atasözüyle izin isteyerek kalktım ve yeniden ince, kıvrımlı yollara düştüm.
AGİASOS
Yollarda fazla zaman geçirmeden soluğu Agiasos’ta aldım. Agiassos, tarif edilemeyecek güzel bir doğanın ortasında dağların arasında kurulmuş tarihi bir şehir. Dik ve daracık sokakları, iki üç katlı tarih kokan bir birinden güzel taş evleri,tarihi kütüphanesi, köy meydanı, eşine ender rastlanan güzellikteki Panaya Aya Sion Kilisesi ve ağaç oymacılığının çok meşhur olduğu bir kasaba. Midilli Adası’nda görülecek en güzel üç beş çekim noktasından birisi Agiasos. Her gidişimde ayrı keyif aldığım bir kasaba.
POLİMARİ
Adanın güney kıyısındaki Polimari, tıpkı Agiasos gibi çok eski ve ünlü bir kasaba. Deniz kıyısındaki bu kasabanın plajları, dar ve dik sokakları, yamaçlara kurulu şehir mimarisi, korunmuş kent tarihi dokusu da gerçekten görmeye değer. Gezilecek görülecek güzide kasabalardan birisi. 500-600 yıllık çınar ağaçları şehre ayrı bir güzellik katmakta. Ayrıca yemekleri, özellikle de meze ve deniz ürünleri ile bir adım önde olan Polimari, Midilli turu yaparken, görülecek önemli yerlerden biri. Polimari’yi yaşamak için en az bir güne ihtiyaç var.
MİDİLLİ (MYTILENE)
Adanın başkenti ve Antik Çağ’dan günümüze kadar her zaman önemli olagelen Midilli, Yunanistan’ın en güzel şehirleri arasında yer almakta. Orta Çağ’da Akdeniz’de şap madeni ticareti ile uğraşan Gattosilio (Gatelluzi) ailesinin yaptırdığı Agios Therapontas Kilisesi’nin kubbesi, şehre başlı başına bir güzellik katıyor.
Limandaki “Özgürlük Heykeli” şehrin amblemidir. Gece dahil, günün her saatinde liman civarında ve meydanlarında,mekanlarında (siesta saatleri hariç) hayat canlı ve diridir. Birbirinden şık gösterişli mekanlarda uygun fiyatlar ile yemek, içmek, eğlenmek imkanı sunan şehrin arka caddelerinde, ara sokaklardaki dükkanlarda her şeyi bulmak mümkündür. Deniz kıyısındaki mekanların güzelliği kadar arka sokaklardaki tarihi dokunun da mutlaka görülmesi gerekir. Hele hava alanı güzergahındaki bahçeli tarihi binalar şehre görülesi bir değer sağlar.
En önemli unsurlardan biri de kentte pek çok yapıda hâlâ Osmanlı izlerinin bulunmasıdır.
Sebahattin Karaca / 21.10.2016
YORUMLAR