SEBAHATTİN KARACA

SEBAHATTİN KARACA

Turizmci / Yerel Tarih Araştırmacısı

Şimdi Köln'de olmak vardı...

02 Şubat 2019 - 23:44

KÖLN KÖLN

Kıştan yeni çıkıyorduk, bir akşam ARD televizyonunda Tuna nehri üzerinde iki yüz metre uzunluğunda beş yıldız gemilerle Köln’de başlayıp Köln’de biten haftalık turlar üzerine yapılan bir belgesel seyrediyordum.

İçimden “Şimdi Köln’ de olmak vardı” diye geçirdim.

Yanı başımda oturan eşime “Haftaya Köln’e gidelim mi?” Diye sordum. Cevabı direk “Gidelim” oldu ve ilave etti: “Madem Köln dedin, oradan da Brugge’a  da geçelim mi?”.

 Ben de “neden olmasın, geçelim. Oldu olacak Brüksel ve Paris’i de  ziyaret edelim mi?” diye sordum.

Kabul dedi. Oturduğumuz yerden program yaptık. Ardından da uçak biletlerini ve  otel rezervasyonlarını online  hallettik.

İzmir havalimanında uçuş saatini beklerken  Köln yolcusu olduğumuzu Facebook’da paylaştım.

İki- üç dakika sonra  kırk altı sene önce, batıya gözümüzü açtığımız Winterberg’de, kısa bir müddet beraber çalıştığımız, İstanbul Otelcilik Okulundan  Mehmet Lütfi  Erşan’dan bir sms geldi; uçuş saatini ve uçuş numarasını istiyordu.

Düşüncesi bizi hava limanında karşılamaktı. Gece yarısı zahmet vermemek için havalanında karşılama teklifini kabul etmedik. Sabah saat 8:30 – 9:00 gibi Collner Hotelde kahvaltıya davet ettik.

“Sabah biraz işim var. Kahvaltıya gelemem. Ama saat 10:00 da   otelin önünde buluşalım” dedi, kabul ettik.

Geçte olsa otelimize yerleştik. Otel kent merkezinde, odamız konforlu ve temizdi. Eski ve yeniyi   güzel  harmonize etmişler. Zevkli bir kahvaltı salonunda, sadece kuş  sütünün eksik olduğu açık büfe kahvaltı çok hoşumuza gitti.

Böyle durumlarda insan ne yiyeceğini bilemiyor. Hele birde diyet varsa, başlıyor insan parmağını yalamaya. Ama bu keyifli günde şu kahvaltı seçeneğinde diyete fazla itibar etmedik doğrusu.  

Kahvaltımız henüz bitmişti ki, Mehmet’ten Sms geldi. “Dışardayım bekliyorum diyordu. Kırk altı yıl sonra sevdiğimiz bir arkadaşı görmenin sevinci ile kendimizi dışarıya attık.

Uzun uzun kucaklaşıp sarıldık. Hava serindi. Mehmet’in   daveti ile yakında bulunan sıcak ve samimi bir kafeye gittik .

Gelsin kahveler, gitsin çaylar öyle koyu bir sohbet, öyle tatlı bir muhabbet ile zamanın nasıl   geçtiğini anlayamadık.

Hasretlik giderdik,ardından yollara düştük. 

Mekandan ayrıldık. Mehmet’in rehberliği ile Köln’ü  gezmeye dolaşmaya  başladık .  

Her yeri iyi biliyordu. Kaç on yıldır burada yaşıyordu. O Köln’ü biliyordu, Köln’de onu. Abartmak istemiyorum lakin çok karizmatik birisi olarak her köşe bucakta tanınıyordu.

Bize verdiği intibaa bu idi. Aslına bakarsanız 70’li yıllarda da böyleydi.

Mehmet L. Ersan hiç aksatmadığı spor ile geliştirdiği vücut yapısı, bıyık ve saç şekliyle, giyim kuşamdaki şıklık ve kibarlığı ile dikkatleri üzerinde toplamış; hepsinden önemlisi iyi kalbiyle herkesin gönlünü kazanmış birisidir.

Köln’ü 70’li yıllarda bir iki kere görmüştük. O zaman da sevmiştik.  Gezip dolaştığımız her şehirde yaptığımız gibi, Merkez   Tren İstasyonunda başlayan, “hop on - hop off”  otobüs   ile  şehir  turuna çıktık.

Gördüğümüz her yer bizi büyülüyordu. Bu turların en güzel yanı, şehrin gezilip görülecek   noktalarını bir günde, hissederek, öğrenerek yaşamaktır.  

Burada da öyle oldu. Katedral (Dom), Severin bölgesi  ve köprüsü, Heumarkt, Altstadt (Eski Köln) Rhein Nehri Parkı,  Teleferik ve Termal tesis  bölgesi  ve daha pek çok yerleri   gördükten sonra neredeyse Almanya’nın en büyük  Botonik Bahçesi olan Flora’nın giriş kapısı önünde indik.

Dizlerimiz yoruluncaya kadar gezdik. Gördüklerimizden çok etkilendik. Öğlen yemeğini Flora’nın sarayları aratmayacak idari binasının terasında yedik.

Yemek esnasında resimlik manzarasına doyduk. O anlarda Dünya’dan koptuk. Kendimizi cennette gibi hissettiren Flora’dan mutlu ve güzel izlenimlerle ayrıldık.  

Köln’ün simgesi Dom ( Katedral)
Mehmet; “Köln’de, Rhein Nehrinin kenarındaki hayatın içine girmeden  ve  Köln Katedralini görmeden olmaz” diyor, bir yandan da  kentin güzel ve tarihi sokaklarında gezdiriyordu.

Bir müddet sonra Köln Katedraline geldik. Çok yüksek ve heybetli bir yapı. Karşımızda duran Katedrali bizlerle birlikte aynı anda yüzlerce kişi seyrediyor; sağa sola gidiyor, fotoğraflar, selfiler çekiyordu.  

Müthiş bir ustalık ile  yapılmış ihtişamlı bina, yüzlerce  heykel ve Gargole ile (Heykel gibi yapılmış yağmur suyu oluğu) süslenmiş.

Dudakları uçuklatacak görkeme sahip bu muhteşem yapıyı seyretmeye doyamıyorduk.  

Farklı ülkelerden   gelen çok sayıda turist grupları karınca misali  oradan oraya gidip geliyorlardı.

Dom Katedralinin hiç bir köşesi veya cephesi diğerine benzemiyordu. Bu durum binaya ilgiyi arttırıyordu.

Biz içeriye girip 15-20 dakika kaldık. Tek kelime ile etkileyiciydi. Dışarıya çıktığımızda orada bulunan rehberin biri, grubuna domis katedralini anlatıyordu:

Dom, katolik mezhebinin ibadethanesidir. Temelden kulesindeki son taşa kadar inşaatı 632  yıl sürmüştür.

Gotik tarzdaki Katedral 8000 metrekare alan üzerinde tamamen gotik tarzda yapılmış olan Dom Katedrali, 157 m. yüksekliğe sahip kuleleriyle birlikte bir bütün olarak  Dünya Unesco Kültür Varlığı  listesinde yer alır.

İnşaatı yapma fikri 7. Yüzyıla uzanmaktadır. O zaman bile kulelerin yüksekliği 157 metre olarak planlanmıştır. Planlaması 7 Y.Y. da olan katedralin temeli 1248 yılında atılmıştır.

Köln’ün merkezindeki bina şehrin her tarafından kolayca görünüyor.  O tarihten sonra da Köln’de yapılacak hiç bir binanın yükseklik bakımından katedrali geçmesine izin verilmez.

Sıkıntılardan ve imkansızlıklardan dolayı inşaat ancak altı buçuk asırda tamamlanmıştır. 632   yıl sonra bitirilen gotik tarzdaki, Katedral kuzey Avrupa’daki   en büyük ibadethanedir.

Tepedeki galeriye 509 basamakla çıkılır. 9 büyük çanı vardır. Çanlardan sadece birisi 24 tondur. Kullanılan iç alan 6166 metrekaredir.

Çatının yüzölçümü 12.500 metrekareden fazladır. Gotik stilin bir harikası olan binada, sayılan bu Katedraldeki vitrayların yüzölçümü 10.000 metrekareyi aşmaktadır. Katedral bir Ortaçağ eseridir.

Paris’teki   Notrdam’ dan sonra gelen dünyanın 2. Büyük    Katedrali   ünvanını  bu güne kadar    elinde  tutmuştur.

Yılda bir milyon turistin ziyaret ettiği kayıt altına alınmıştır. Bunca yıl yıpranmadan, nasıl sağlam durduğunu merak ettim.

Bunun üzerine  Mehmet  bizi  katedralin kenarındaki  atölyeyeye götürdü. Çok büyük bir  atölyede,   dört yüzyıldır, ağırlıklı olarak bir  ailenin fertleri nesilden nesile  katedralin tamir  ve  onarımını  yapıyormuş.

 36’sı heykeltıraş, 10’u vitray ustası olmak üzere toplam 70 kişilik bir ekip gün ve gün çalışıyormuş. Öyle ki   eski ve yıpranmış vitray ve taşların heykellerin bire bir aynısını yaparak   eskisi ile değiştiriyorlarmış.  

Çıkan heykelleri ise, Köln belediyesinin izni ile şehrin parklarına, bahçelerine yerleştiriyorlarmış 

Rhein Nehri,  KD gemileri  
Mehmet büyük bir çaba içerisinde bizi şehrin en güzel yeri olan  Rhein nehrinin kenarına götürdü. Kendisi bu bölgede yıllarca bulunmuş. Nehirde tur yapan KD tatil gemilerinde emekli olana kadar çalışmış.

İnce uzun   görkemli gemilerle yapılan haftalık turlardan bahsetti. Gemileri gösterdi. Broşür aldık. Bir haftalık gezi için ödenecek para ile eminim Antalya’da 5 yıldızlı otelde 5-6 hafta tatil yapılır.

Ancak ; diye devam ediyordu Mehmet ,hakkını da vermek gerek.  Nehirde yüzen ve 5 yıldızlı otel hizmeti veren bu gemilerle, her gün güzel bir şehirde gözünü açıyor insan diyordu.

Bir gün bu turlardan birine muhakkak katılmamızı da ısrarla tavsiye ediyordu. Üçümüz birbirimizle bakıştık. Yakın bir tarihte önce birbirimizi tanıdığımız Winterberg’te buluşalım.

Birkaç gün orada anıları tazeleyelim, ardından Köln’e gelelim ve yine birlikte haftalık nehir turuna çıkalım dedik.

Geniş olan Rhein nehrinin kenarları çok iyi korunmuş, park- bahçe, yeşil alan ve meydanlarıyla yaşam kalitesini olumlu etkiliyordu. Bunun yanı sıra ödeme gücü yüksek turistlerin ziyaret ettiği geleneksel yeme içme mekanları, Köln’e belli ki yüksek derecede değer katıyordu. 


Veda yemeği
   Türk dükkanlarının bulunduğu cadde de dahil olmak üzere    pek çok yeri   gezdik ve   dolaştık. Akşam yemeği için Weidengasse’de faaliyet gösteren Öz Urfa Restoranına gittik.

Özenle donanmış masamızda, tadına doyum olmayan muhabbetle, çok keyifli bir akşam yemeği yedik.  Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık.

Arkadaşın olacak dünyada. Seneler sonra görüştüğün zaman bile, ilk günkü gibi seni karşılayacak.

Dostların olacak seni anlayan, seni önemseyen, sana zaman ayırmaktan mutluluk duyan.

Onunla arkadaşlığı ve dostluğu sonsuzmuş gibi yaşayacak. Bu sayede gezip dolaştığın, bastığın yer, gördüğün her şey seni mutlu edecek.

 Asıl zenginliğin de bu olduğunun farkına varacaksın.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Mehmet’ten ayrılmak zor oldu.

Gönül bir- iki gün daha kalmak isterdi.  

Kısmet bir daha ki sefere dedik. Kendisini en kısa sürede görüşmek dileğiyle Foça’ya davet ettik.  

Sebahattin Karaca

YORUMLAR

  • 0 Yorum