Nail İrik ( Keçici )
Baba adı ......: Murtaza
Anne adı......: Afet
Doğum Yeri : Foça
Doğum Tarihi: 1954
Ataları Arnavutluk göçmeni
5 Kardeşten biri
Hayvancılık yapar.
Yaman dağların dik bakışlı çocuğu, Sazlıca’nın kurdu, Foça’nın hırçın çobanı
Tam 55 yıldır sürüsünün başında her şartta her koşulda.........
Elektriği, televizyonu ve şebeke suyu olmayan Sazlıca’da, kuyu suyu ile yetinir. Şikâyet de etmez. At sırtından inmez. Köpekleri vardır, sayısını bilmez. Ama keçilerin sayısını iyi bilir. Sayısını hangi dönemde olursa olsun 500’ün altına düşürmez. Oğlakları büyütür satar, iyilerini anaçları ayırır. Sayıyı 500 civarında tutmaya özen gösterir. Sahip olduğu keçileri yarım asırdan beri besler. Keçiler oğlaklar değişir amma Nail değişmez. Hiç evlenmemiş. Kendini dağlara ve hayvancılığa vermiştir. Rumlardan geriye kalan Eski Sazlıca (şimdiki adı Sazlıca Mevkii) ‘de yaşayan köyün tek ferdidir. Şimdilerde yazları tek tük komşu gelse de , kışın o yine kendisini yalnızlığa telim eder ve üstesinden gelir.
Nihayet iki yıllık bekleyişin sonunda biraraya gelebildik. Dedim ki kendisine, “Bir sözün vardı. Sen anlatacaktın ben yazacaktım. Ben okuyacaktım, sen dinleyecektin. Bu yüzdendir ki seni uzun zamandır arıyorum” Gülümsedi.
-“Haberim var aradığından. N’apcan sen beni”? dedi.
-Dedim “Seninle biraz hasbihal etmek istiyordum. Ama ne zaman sorsam seni hasta dediler.”
-“Yok abi be ya! Yok benim birşeyim. Bir kaza geçirdim. Doğru söylemişler ama fazla bir şey olmadı olan o dönem hayvanlara oldu. Ama görürsün şimdi çalışırım. Hasta adam çalışır mı be ya, bak taş gibiyim ben” dedi ve haberi uçuranla kendisine has bir üslubuyla dalgasını geçti. Ardından “Madem bu kadar meraklısın sor bakalım ne soracaksan” diye benden önce söze kendisi girdi.
Israrımı geri çeviremedi ve sorularıma cevap vermeye başladı.
Nail’i uzun zamandır tanırım. Bir gün ona sen anlat ben yazayım yaşadıklarını, dememin üzerinden tam 2 sene geçti: Ancak bu hafta bir araya gelebildik.
Nail, çok doğal, içi dışı aynı olan, mert ve sözüne güvenilir birisidir. Söyleşinin güzel olacağını umdum, yanılmadığımı samimi ve sıcak geçen sohbetin ardından anladım.
Nail nerede doğdun, nasıl büyüdün, ne kadar süre okula gittin? Kendinden ve ailenden biraz bahseder misin?
1954’te Foça İsmetpaşa mahallesinde doğdum. Hastaneden Komandoya giderken çeşmeyi geçince ara sokakta evimiz vardı. Orada doğdum. İlkokula Yeni Foça’da başladım. 4 sene okudum Bir sene sınıfta çakınca 3. sınıfta okulu bıraktım. Alim değilim ama, iyi kötü okur yazarlığım var.
Ev duruyor mu Nail ?
-Yok be abi durmuyor. Babam evi noter senedi ile almış: Satan ölmüş. Geriye iki kızı bir oğlu kalmış.
Kızlar satışa razı geliyorken, askerden gelen oğlu, evin satışına rıza göstermemiş ve tapuyu vermemiş. Babamın parayı kaptırdığı yanına kar kalmış. Ev de gitmiş, para da gitmiş. Babam evi alamayınca Yeni Foça’ya göçtük. Gerçi, evin satışını vermeyen zata Allah çoluk çocuk vermedi, kendisi de trafik kazasında öldü, kısaca ona da yaramadı. Mal nedir abi, insan tükürdüğünü yalamaz.
Nail Sazlıca’ya ataların nereden gelmiş yerleşmiş? Babandan ailenden kısacabahseder misin?
Babam Murtaza’yı Arnavutluk ‘tan dedem çocukken getirmiş. 5-6 kardeşlermiş. En büyükleri babammış. Önce Foça’ya İsmetpaşa mahallesine yerleşmişler. Oradan Yeni Foça’ya göçmüşler. Ardından kalıcı olmak üzere Sazlıca’ya yerleşmişler. Babam büyüyünce, Limni adasından gelen Budangir ailesinden, İsmail ağa ile Nezire ’nin kızı ile evlenmiş. Annemin babası İsmail dedem Limni’den yola çıktığında telaştan silahını bile orada unutmuş. Hatırlarım hep anlatırdı.
Afet adındaki annem ve babam Murtaza’nın 3 erkek 2 kız çocuğu olmuş. En büyüğümüz ablam sonra abim İsmail ardından ben doğmuşum. Çobanlık, hayvancılık dedemden babama , babamdan bana geçti. 8-9 yaşlarım da işte bu dağlarda çobanlığa başladım. Çocukluğumda Sazlıca’da hayat vardı. Rumlardan kalan evlerde yaşanır, tarımla hayvancılıkla uğraşılırdı. Türlü türlü sebeplerle herkes buradan ayrıldı. Kala kala bir tek biz kaldık. Babam annem ölünce ablam, ben ve küçük kardeşim baba mesleği hayvancılığı sürdürdük. Ablamın büyükbaş hayvanları vardı. Sattı hepsini o da İzmir’e kızının yanına gitti. Küçük kardeşim eşinden boşanınca bunalıma girdi kendini vurdu. Ben tek kaldım. Başta gamlandım hüzünlendim ama “kalk ayağa yürü be Nail, dağlar seni bekliyor “ dedim o gün bugündür sürüm nerede ben orada oldum.
Hayvancılıktan başka bir şey yapar mısın?
Genelde arkadaşlar tarım ve hayvancılığı birlikte yaparlar ama ben hayvancılık ve çobanlık yaparım. Aynı zamanda hayvancılığın yanı süt ve peynir işleri de yaparım. Öyle bir keçi peyniri yaparım ki, bilenler sipariş vermek için yazdan sıraya girerler.
Bu kadar çok hayvanla tek başına nasıl baş ediyorsun. Ara sıra sorun yaşadığın oluyormu ?
Sağlık olduktan sonra yalnızlık problem değil. Orada sıkıntı yok. Ancak zaman zaman çevreden bazıları üstüne vazıfe sayıp, ıvır zıvır nedenle ben ve keçilerim hakkında jandarmaya şikayette bulunduğu oluyor. Jandarma ne yapsın, savcıya veriyor, oradan mahkeme filanla yaşıyorum..
Bir gün yanında 3-5 kişilik bir heyetle hakime hanım gelir benim fakirhaneye. Keşif yaparlarmış. Densizin biri Nail’in keçiler “benim yere dökülmüş zeytinlerimi çiğnedi” deyip mahkemeye vermiş . Halbuki o işi yapan benim keçiler değil, ben zeytin zamanı tamamen hayvanları alır Bağarası’na kırsala götürürüm. Onun zeytinlerini o bölgeye başka yerden kurbanlık koyun getirenlerin sürüsü yapmıştı. Hakime hanım bu durumu nerden bilsin? Ama bana döner der ki; “Şikayeti duydun. Bir daha o bölgeye girmeyeceksin”. Dedim “hakime hanım ! oraya ben girmiyorum. Benim keçilerde zeytin zamanı burda yok. Ama yine de ben sizin, tembihinizi keçilere anlatırım. Anlarlarsa!! dedim.
Çobanlık nasıl bir şey Nail ? Bir çoban nasıl olmalı?
Benim bildiğim çoban mert olmalı, delikanlı cesur ve çalışkan olmalı. Soğuğa, sıcağa, yağmura, yaşa aldırmadan her daim sürüsüyle olmalı. Her hayvanı, sahip olduğu ayrı ayrı özelliğinden dolayı mesela boynuz yapısından, renginden, kılından, bacağından, hatta melemesinden bile tanımalı, bilmeli. Çobanın gözü şehirde, aklı fikri karıda kızda olmamalı. Kafası siyasette veya cambazlıkta olmamalı. Benim gözüm hep hayvanlarımda oldu. Kimi zaman çoban, kimi zaman kahya, kimi zaman baytar oldum. Ağa olamadım, hatta ağa olmayı hiç sevmedim. Çobanın kendi dağlarda, yüreği güzelliklerde, gönlü ise enginler de olur.
Hayvancılık yapıyorsan zamanla baytar oluyorsun. Kolay değil ayağı kırılanı, hamileyken doğum yapamayanı, hastalanıp yemeğini yiyemeyeni sen tedavi ediyorsun. Sen yaşatıyorsun. Her gün ortalama 500 keçi ile baş etmek adama keçileri kaçırttırır. Bu işten hoşlanacan, 50 – 60 yıl yapacan ve bıkmayacan. Bu iş ancak sevgiyle olursa olur. Aksi taktirde dağlar seni, sen de dağları çekemezsin.
Kaza nasıl oldu, sonrasında neler yaşadın?
Sazlıca‘da hayvanların önemli bir bölümünü sattım. Oradan da Yenibağarası’na geçtim. Bir çoban arkadaşımın damında kalacaktım. Sabah erkenden Menemen’e gitmek zorundaydım. Hayvan birliğine bin lira ödemem gerekiyordu, vakitli ödemeliydim. Ayrıca ilkbaharda on- on beş keçi düşük yaptı ve birkaç yavruyu da tilki yedi. Memeleri süt dolu olan bu annelere, Menemen hayvan pazarından, ikiz yavrulardan birer tanesini alacaktım. Ertesi günün planı buydu, ama tutmadı. Bucak’ta damında uyuyacağım arkadaşımın mobileti ile akşam üzeri Bağarası’na gittik. Dönüş yolunda karşıdan bir araba öyle üstümüze üstümüze geliyordu ki, biz mobileti iyice sağa çektik ve durduk. Buna rağmen adam bizi sıyırdı geçti. Arkasına bakmadan kaçtı. Mobilet haşat oldu, biz yaralandık. Benim diz kapağımın altı gitti. Arkadaşın durumu daha kötüydü. Mobilette ne kâğıt, ne plaka ne sigorta var. Çaresiz bir müddet bekledikten sonra bir araba çağırdık. Motoru da aldık, geldik Bucak’taki damlara. Damların arkasında çobanın yatma yeri vardı. Yattım yatmaya oracığa bir kedi misali. Ama uyumak ne mümkün. Bacağımın sıcaklığı geçince, ağrı daha da şiddetlendi. Sabahı zor ettim. Ağrıdan duramadım.
Sabah komşumuz İbrahim gelince durumu anlattım. O da bana; “Bırak keçiyi koyunu şimdi, hemen hastaneye gidiyoruz” dedi ve Menemen hastanesine gittik. Bir film çektiler beğenmediler. Bir film daha çektiler, baktılar bacak çatlak, alçıya aldılar. Allahtan diz kapakta bir şey yoktu. Diz kapağım gideydi, yandıydık. Oradan safra kesesine geçtiler. Bir taş var, ameliyat olacaksın dediler. Uzatmayalım Menemen Devlet Hastanesinde; doktor döndü akciğerlere, orda da kist gördü, Tepecik’te araştırmaya gönderdiler.
Bizim 90 -91 hayvan elimizde, ahırda kapalı kaldı. Bacak sakat olunca ara sıra saldım onları bayıra. Sahipsiz dolaştı hayvanlar dağlarda. Bandırma’ya kadar çoban aradım. Aylık iki bin liraya bulamadım. Sahipsiz kalan doksan hayvanın on dört tanesini köpekler temizledi. Bastırıp bastırıp boğdu ve yediler. Sonra bir çoban buldum. Anlaştık. Kurban Bayramı’na kadar kalacaktı güya. Seksen gün çalıştı. Hakkının dışında bin lirada emanet aldı. İzin istedi. Tekrar geleceğim dedi. Gitti, gelmedi, çarpıldık. Bu arada İzmir‘e git-gel hep makinalara bağlandık. O MR dedikleri lanet makinaya alışamadım gitti. Nihayet çektik geldik işimizin başına. Güya bir ay içinde kontrole gidecektim. Üç ay oldu, gidemedim. Bu arada dizim iyi oldu. Kurban bayramı yaklaşıyordu. Bir iki arkadaş yardımıyla hayvanları toparladık. Birkaç zaman öyle geçti. Çobanda kaçınca, aldım sopayı elime, düştüm keçilerin peşine, vurdum dağlara kendimi, Rahatladım, İyi geldi. Uzun bir aradan sonra Kurban Bayramının üçünde Sazlıca‘ya evime geldim. Şükür şimdi iyiyim. İşimin başına, atımın sırtında keçilerimin, köpeklerimin yanındayım, dedi ve her zaman ki aceleci haliyle “ Keçilere gidiyorum” diyerek atına bindi, vedalaştı, gözden kayboldu.
Dilerim Allahtan, ömrü uzun olur Nail’in. Aksi taktirde Sazlıca, keçiler, köpekler, atlar, hatta dağlar bile öksüz kalır. Yetim kalır. Garip kalır.
Sebahattin Karaca
Kıymetli okurlar, diğer yazılarıma www.sebahattinkaraca.com sitesinden erişebilirsiz.
YORUMLAR