Bugün birkaç telefon aldım...
‘Belediyeden ses seda var mı?’ diye...
‘Yok!’ dedim...
Diyeceksiniz ‘başkan’ gibi belediye de çok, hangisi?
‘Belediye’ dedikleri, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve yeni Başkanı Tunç Soyer...
Adaylığı konusunda, CHP’liler de, İzmirliler de ikiye üçe bölünmüşlerdi.
Hatırlarsınız..
Ya da seçimlerden önceki ve hatta yandaş basında çıkan haberlere bakın öğrenin...
Hiçbiri tekzip, yani yalanlama görmedi...
Hatta bugün arayan ve ‘geçmiş olsun’ diye mesaj bırakan arkadaşlarımdan biri, ‘kampanya başlatalım mı?’ diyerek desteğini anlattı.
Biliyorsunuz, gazetecilerin başlarına gelenlerin, hatta dayak yiyerek hastanelik olmalarının bile bildiri ile telin edilmesine karşıyım...
Biri de, ‘elimde çok doküman var. Tatilini nerelerde geçirdiğinden tutun da...’ diye başladı.
‘Olmaz böyle şey!’ dedim...
Çünkü hangi belediye ve kurum olursa kendi ekibiyle çalışması gerektiğine inanıyor ve buna saygı duyuyorum.
Bizim gibilerin çekindikleri ise, liyakata bakılmadan, adamına göre iş yaratılması..
Ya da ‘salla başını al maaşını’ prensibiyle hareket edenlerin yerlerinde kalıp, vatandaşa zorluk üzerine zorluk çıkarması...
Kendini kraldan çok kralcı görenler...
Böyle devam ediyor...
Olayı bilmeyen ya da bir şekilde görmezden gelenlere bu kez ‘Karşıyakalının’ gözünden ve ağzından anımsatayım:
*- Bankamatik memurunu, bari görmüyoruz...
Birkaç gündür, İzmir gazetelerinin manşetinde, ‘Yerel Basına Ses Ver’ çağrısını görmeyen kalmamıştır.
Yandaşlar haricinde, ekonomik darboğazda olan yerel basın yaşama mücadelesi veriyor.
Kapananlardan söz etmeyeceğim...
Kapanma aşamasında olanlardan da...
Bir İzmir gerçeğini dile getirmek istiyorum...
Ama önce çocukluktan bu yana duyduğumuz bir özdeyişten söz edeyim:
‘Anlat derdini Marko Paşa’ya derler!’
Sıkıntısı olan kendisin bulurmuş...
O da dinler ve herkesin gönlünü yaparmış...
Amma....
Bazı Tarihçilere sorarsanız, ‘Marko Paşa’ hainin teki idi..
Halkın üzerinde büyük güven ve sempati kazanan bu adam, binlerce askerimizin ölümünden, öldürülmesinden de sorumlu idi...
El altından, bazı içimizdeki Türk düşmanları ile işbirliği yapmış, vatan evlatlarının öldürülmesinde önemli rol oynamıştı...
Sanıyorum bu konuya 13 yıl kadar önce dile getirmiştim....
Anlatacağım olayın ise bununla ilgisi yok....
Aklıma geldiği için sizlerle paylaşmak istedim...
*- Hiç kullanmadım...
Hiç ama hiç ihtiyacım olmadığı halde, hatta belki bir ya da en fazla iki kez kullandığım, 65 yaş kartını yenilemek için Konak’taki Ulaştırma Müdürlüğü’ne gittim.
Dizlerimdeki problem nedeniyle o basamakları çıkamadığım için gerekli evrakları ve istenenleri eşime verdim,
Tartıştığı memur Mükerrem Uğurlu ‘Müdürün talimatı, kendisi gelecek!’ demiş...
‘Müdür nerede?’ sorusunu da, ‘Yan binada!’ yanıtını vermiş...
Bu arada arkadaşlarının (Ne oluyor?’ sorusunu da ‘Salladım’ diyerek ortalığı kızıştırmış.
Yan binada ise, ‘Bize neden geldin?’ demişler...
‘Yaşlıyım, terliyim, tansiyon hastasıyım’ demesine rağmen, belediyenin daha doğrusu parasını bizim ödediğimiz telefon ile santralın bağlanmasını, ismini vermedikleri müdürlerinin ‘olmaz’ dediğini söylemişler.
Eşim Başkan Aziz Kocaoğlu zamanındaki bir mahkeme olayını anımsatmış ve ‘Benim telefonum yok... Bu telefonla evimi, işyerimi, özel bir yeri aramak istemiyorum. Belediye santralından kendi ismimi v ererek, özel kalemler aracılığıyla Başkan ya da Genel Sekreter veya bir başka görevli ile görüşmek istediğini söylese de, Nuh deyip, Peygamber dememişler.
Bu arada; AKP’li belediyelerden, İmamoğlu’ndan önceki yönetimden örnek vermiş...
‘Burada müdürün emri, ya da yönetmelik gereği diyorsunuz, orada adını ileri sürdüğünüz ama ortada olmayan bu yönetmelik yok mu?’ dedikten sonra, sıradan bir vatandaşın bile kartını belli yerlerde bulunan cihazlara okutarak yenilendiğini’ hatırlatmış...
Başka örnekler de vermiş...
Tabii ki tık yok...
*- Avukat da şaşırdı...
Ben yakındaki bir avukat arkadaşımızın yazıhanesinde beklerken, bu kaz hızını alam?’ayarak Büyükşehir Belediyesi’ne gitmiş...
O da ne?
Kapıdaki güvenlikçiler ‘Yasak!’demişler...
Bunların başına da bir hanım getirilmiş...
Basın kartını göstermesine rağmen, önüne dikilenler, ‘Başkan Yurt dışında, genel seketer de yok’ demişler...
Özel kalemlere ulaşmak istediğini söyleyince de, ‘Randevunuz olmadan içeri giremezsiniz’ denmiş...
‘Siz gazeteciler belediyeye alınmıyor mu?’ diyorsunuz sorusuna yanıt yok...
Bu arada eski güvenlikçilerden biri gelmiş...
‘Seni 20 yıldır tanıyorum ilk kez böyle sinirli gördüm’ diyerek yatıştırmaya çalışmış...
Yalnız o mu?
Kendilerini İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi olarak tanıtanlar da...
Sonuç mu?
53 yıllık İzmirli Gazeteci belediyeye sokulmamış...
Bu talimat da tabii ki, İzmir Basınını Türkiye’nin en iyi basını haline getireceğim, şeklinde beyanatlar veren yeni Başkan Tunç Soyer’in talimatıyla olmuş...
Şimdi eskiler ile yeniler arasında güç gösterisi var...
Aziz Kocaoğlu ekibini ya de eski memurların üzerine hakimiyet kurmak isteyen Başkan Soyer’in ya da yakınlarının getirdikleri kişiler var...
Vur deyince öldüren takımı...
İşler mi, ‘Yönetmelik’ dedikleri izin verirse olur...
Ya da, Celal Şahin’in 60 yıl önce akordeon ile söylediği gibi, ‘Bugün git yarın gel!’...
Yani; Başkanın işi zor...
İzmirlinin işi daha da zor...
Bu kadrolarla kesin bir şey olmaz...
Testi kırılmadan, bunlar yollanmalı...
*- Bunlarla bir şey olmaz!
Bir belediye memuru veya çalışanı adını neden saklar...
Hadi kocası ya da ailesi bir şekilde istemiyor...
Sicil numarası yakasında belirli olmaz mı?
‘Yasak’ demeyi bilenler, kendilerine kimden saklıyorlar...
Bilgisizliklerini, iş görmezliklerini kimlerden saklıyorlar...
Vatandaşın bırakın işini, gönlünü yapmasını bilmeyenler, yolunu hiç yapamazlar...
Birilerini pompalamakla hiçbir yere ulaşamayız...
Yılanın başı küçükken ezilmeli ve gönderilmelidir...
Sözde yönetmelik dedikleri olmayan bir varlığın arkasına saklananlar her şeyi yaparlar.
Yönetmelikler ise eksikleri tamamlamak, yanlış anlamaları düzeltmek için vardır, zorluk çıkarmak için değil...
Engelli, yaşlı, hasta, hamile, şişman kişi o merdivenleri nasıl çıkacak?
Diyorsanız 100 metre ileride çalışmayan bir asansör var, oraya da yönlendirmek için tabelalar konmalı..
Hiç kimse bilmek zorunda değil...
Herkes ‘hizmet’ için geliyor ama bu sözcüğü kendisi için algılıyor ya da yorumluyor...
*- Prof. Dr. Daimi Kaya...
Yazıyı burada kesiyordum...
Ama bu arada ‘usta’lardan Haluk Narbay ile karşılaştım...
Hasretle kucaklaştık...
‘Ne zaman İzmir’e geldin?’ diye sordu...
Bu arada dostlar toplantısına gidiyormuş beni de çağırdı...
‘Başka zaman’ dedim...
Ortak dostumuz Prof. Dr. Daimi Kaya’dan söz ettik.
Bana göre yalnız İzmir ve Türkiye değil, dünyanın en önemli kalpçilerinden biri olan genç prof, Dr. Daimi Kaya, ‘Yaşar Ağabey bu kadar yazıyı nasıl yazıyor?’ diye sormuş ve bir anısını anlatmış...
Yani kulağımı çınlatmışlar...
Ben de ‘madem öyle’ diyerek hızımı kesmiyorum...
Bakın bir ay önceki bir olayı anlatayım:
Çünkü konu hemen her zaman güncelliğini korur...
*- 6 dairesi var ama...
Uzun sayılacak bir zaman dilimi içinde yakından tanıdığım için iki ismin de partilerde ya da önemli belediyelerde kesinlikle ‘danışman’ kadrolarına alınmaları taraftarıyım.
Ama nedense şu ‘danışman’ denilenlere bakıyorum, sanki kurumlardaki ‘danışma’ masalarını anımsatıyor.
Bir soruyorsun, bir surat alıyorsun...
Hem de ne lanetli bir bakışla?
Aynen normal görevini istediğimiz bir memurun, ‘Ben senin hizmetkârın mıyım?’ çıkışı yaptığı gibi...
Uzatmadan ve unutmadan iki ismi hemen fısıldayayım:
Biri Ali Güreli...
Diğeri Mustafa Alhat...
Zaten zeytinci ve ihracatçı Ali Güreli daha 20’li yaşlarda iken Ayvalık Belediye Başkanlığını da yaptı..
Sonraki yıllar çeşitli başkanlıkları vardı...
Son olarak Zeytin İhracatçıları Birliği’nin başkanıydı, yani dünyayı iyi bilen ve tanıyan bir değer...
Birkaç kişi gibi kendisine de buradan öneride bulunmuştum; ‘yazdıklarını, bildiklerini, yaşadıklarını kitap haline getirir misin?’ diye...
İhracatçılığı kadar, sanayici ve üretici kimliği ile tanıdığım Mustafa Alhat’ı kardeşim olarak kabul ediyorum...
Onun de, yağcılık ve standart dışı yorumlarına bayılıyorum, ‘Ben bunu neden düşünemedim?’ diye hayıflanıyorum...
Özetle beyin takımından ama sahada olan kişiler...
‘Nereden başlayayım’ diye düşünürken ‘Başkanım’ olarak kabul ettiğim Ali Güreli’nin şu satırları dikkatimi çekti:
‘Çok değişik bir seçim süreci yaşıyoruz .
Bir tarafta Ekrem İmamoğlu yapacağı işleri anlatıyor canlı yayında , iki kanal yayınlıyor bunu, halbuki dün sayın Emine Erdoğan , sıfır atık , deniz temiz konuşmasını tam 11 kanal normal yayının kesip canlı yayınladı .
Ön sırada şehrin stk temsilcileri cemiyet hayatı vs tam kadro idi .
Yine İstanbul’a mitili atıyom!’ deyip, mitili klasik arabasının bagajına yükleyip yola çıkan Devletin behası da daha gelmedi İstanbul’a .
Yine yapılacak 39 miting de daha başlamadı .
Böyle bakınca insanların pek umurunda değil seçim ya diye düşünebiliyor insan, sıfır atık, plastik çok tata , hele naylon gibi konulara yoğunlaştılar, diye düşünüyorum, ama bir taraftan da Ayvalık’tan seçim günü İstanbul’da oy kullanmaya gideceklerin sayısı 15 otobüsü geçmiş.
‘Daha otobüs arıyorlarmış’ diyor sabah arkadaşım.
Bakalım nasıl olacak?
Deniz temiz, sıfır atık naylon poşet çok tata kabul de, seçim nasıl olacak?’
*- Kasımpaşalı Yusuf
Pazartesi günü İstanbul’da Kasımpaşalı Yusuf Bey’in yaş günü kutlamasına davetli idim...
Hani ‘kışa veda’, ya da ‘Bahara Merhaba’ denilen türden bir şey...
40 kişi toplanmış:
Müzisyenler, sanatçılar, danışmanlar...
Hatta benim gibi bir de hemşehrim vardı, Rifat Serdaroğlu’nun torunu...
Tabii biz İzmirliler yan yana geldik...
‘Kasımpaşalı Yusuf!’ 11 yıl mankenlik de yapmış bir gencimiz...
Açık ve net söylüyor:
‘Anavatan için de çalıştık, mahallemizin adayı Erdoğan için de...’
Ya şimdi?
Geçenlerde akrabalarına söylediği gibi ‘Ekrem İmamoğlu seçimi farkla alır!’ diyor...
Nedenlerini sıralıyor, özel olduğu için bende...
Ama İmamoğlu’na oy vermeyecek...
Nedeni de, ‘İmamoğlu’nun seçimi kaybetmemesi için!
Hani fanatik taraftarlar ‘totem’ denilen bir inanış içindeler ya bunun gibi...
Çünkü bugüne kadar nerede kime oy kullandıysa hep seçimi kaybetmiş...
‘İmamoğlu’na oy vereceğim, ama kaybederse kendimi yerim!’ diyor...
Ben de, ‘İmamoğlu belki seçimi senin tek oyunla kazanacak!’ dedim...
Bu arada belirteyim:
Vakıflar İdaresi’nin her yerde olduğu gibi Boğaz’da da mülkleri var.
Konutlarında yıllardır aynı isimler ikamet ediyor.
Hatta içlerinde öyleleri var ki, bunlar nasıl ayıklanmıyor, akıl alacak gibi değil...
Konu komşu konuşuyor:
Çok varlıklı bir kişi, tabii ki, belirli bir partinin destekçisi...
Çok yüksek kiraladığı dairelerinin birinde oturmuyor, bedava sayılacak bir kira ödeyerek yıllardır Vakıflar’a ait bir konutu işgal ediyor.
Umarım bunlar da ayıklanır, yani düzeltilir.
Böylece ayyuka çıkan söylentiler yok edilir.
*- Foça’nın önceliği...
Yalnız biz Türkler’in değil, yıllardır özellikle Alman ve Fransız turistlerin önceliği olan Eski Foça’da sadece bir umumi tuvalet var...
Onun halini de siz hayal bile etmeyin, çünkü günlerce yemek yemeyip, perhiz yaparsınız.
Geçenlerde ana boruları patladığı için su sıkıntısı çeken Eski Foça’da, tuvalet sorununa da başta İzmir Büyükşehir Belediyesi ve yerel belediye mutlaka ‘portatif tuvaletlerle’ çözüm üretmeli...
Adı bende olan birkaç Foçalı ile görüştüm ve kendilerine yüzde yüz hak verdiğimi de anlattım.
Şunu da unutmayalım.
Turizmde ilk adım temiz tuvalettir...
/* YAŞAR EYİCE
YORUMLAR